Şu sıra yeniden Sait Faik Beyefendi'yi keşfe çıktım. Hoş, Sait Faik hayattayken kendisine "beyefendi" diye hitap edilmesinden hoşlanmıyordur diye düşünüyorum. Onu tarif edebilecek, sokaktan çıkma onlarca sıfat bulabiliriz ama "kibar" yakıştırmalar ona gelmez, bilakis incitir diye düşünüyorum. Bir de şunu düşünüyorum; Sait Faik elbet elimizden geçmiştir ya bu yetmemeli, belli aralıklarla dönüp yeniden okumalı.
Mevzu Sait Faik olunca ben abartıya meyil ediyorum; bana kalırsa Türk öykücülüğünün en müstesna ismidir Sait Faik. Neden derseniz, geçerli bir cevap veremeyebilirim. Ama öyledir işte. Neyse daha fazla uzatmadan, evde rastladığım, içinde röportajlarının, konuşmalarının, mektuplarının bulunduğu 'Açık Hava Oteli' isimli kitapta yer alan, ardından youtube'dan da görüntülüsünü bulduğum Orhan Kemal ile olan bir anısına getireyim lafı.
" Sisli bir kış günü, Gülhane parkının ıssız yollarında bana anlattıklarnı hatırlıyorum da...
- İstanbul, İstanbul, İstanbul... Sanıyor musun ki bu yeknesaklıktan ben de bıkmadım? Ama ne yapayım? Anadolu ve Anadolu insanına dair çok az şey biliyorum. Bilmediğim şeye burnumu sokamam ki...
Anadolu'yu eserlerinde olanca çıplaklığıyla verebilen sanatçı arkadaşları hakkında söylediği sitayişli sözleri burada tekrarlamak istemiyorum.
Bir gün de şöyle bir konuşma geçmişti aramızda:
- Ulan, demiştim, şu avareliği bırak, derlen toparlan azıcık!
Yüzüme hayretle bakmıştı: - Ne olacak?
- Ne olacağı var mı? Bir baltaya da sen sap ol!
- Mesela?
- Mesela. Ne bileyim? Bir yerlere sefiri kebir filan olabilirsin.
- Hadi ulan, dalga mı geçiyorsun?
- Niçin?
- Öyle şeylere yüksek diploma ister.
- Sende yok mu?
- Ne gezer?
- Peki şu Fransa'da tahsil, Grenoble filan?
Basmıştı kahkahasını.
- Oralara okumak için gitmedim ki ben?
- Ya?
- Gezmek, eğlenmek, bir de...
Anlatmıştı, uzun uzun anlatmıştı da kahkahalarla gülmüştük.
Hey gidi Sait hey!
Ne isterdim bilir misiniz? Kabil olsa da tekrar dirilse ve hakkında yazılanları gözden geçirse. Öyle sanıyorum ki, bu yazılardan bir kısmı için basardı gamatoyu."
- İstanbul, İstanbul, İstanbul... Sanıyor musun ki bu yeknesaklıktan ben de bıkmadım? Ama ne yapayım? Anadolu ve Anadolu insanına dair çok az şey biliyorum. Bilmediğim şeye burnumu sokamam ki...
Anadolu'yu eserlerinde olanca çıplaklığıyla verebilen sanatçı arkadaşları hakkında söylediği sitayişli sözleri burada tekrarlamak istemiyorum.
Bir gün de şöyle bir konuşma geçmişti aramızda:
- Ulan, demiştim, şu avareliği bırak, derlen toparlan azıcık!
Yüzüme hayretle bakmıştı: - Ne olacak?
- Ne olacağı var mı? Bir baltaya da sen sap ol!
- Mesela?
- Mesela. Ne bileyim? Bir yerlere sefiri kebir filan olabilirsin.
- Hadi ulan, dalga mı geçiyorsun?
- Niçin?
- Öyle şeylere yüksek diploma ister.
- Sende yok mu?
- Ne gezer?
- Peki şu Fransa'da tahsil, Grenoble filan?
Basmıştı kahkahasını.
- Oralara okumak için gitmedim ki ben?
- Ya?
- Gezmek, eğlenmek, bir de...
Anlatmıştı, uzun uzun anlatmıştı da kahkahalarla gülmüştük.
Hey gidi Sait hey!
Ne isterdim bilir misiniz? Kabil olsa da tekrar dirilse ve hakkında yazılanları gözden geçirse. Öyle sanıyorum ki, bu yazılardan bir kısmı için basardı gamatoyu."
(Sait Faik, Açık Hava Oteli, Sait Üzerine, aktaran: Orhan Kemal)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder