29 Mar 2011

Lucas Leiva


"He wants to stay and has even joked that would like to see his newborn son Pedro Lucas speaking English with a Scouse twang. But he is still waiting for the club's move."

Guardian'dan Fernando Duarte, Lucas'ın ağzından aktarıyor yukarıdaki cümleleri...Lucas bu sezon, özellikle King Kenny'nin gelişiyle birlikte gösterdiği performans sonrası, takımda kalmayı haketmiş olsa da, böyle bir espri hoş görülemez. Zira, "kızımın Scouser aksanıyla konuşmasını istiyorum" diyengillerden Torres kısa bir süre sonra Chelsea forması giymekten çekinmemişti. Hal böyle olunca biz taraftarlar -aslında sadece ben- böyle bir espriye gülmektense, en hafif ifadeyle çemkiriyoruz.

Her şeye rağmen Lucas iyi topçudur. Özellikle Mascherano'nun gitmesiyle birlikte nihayet alternatifsiz kaldı ve neler yapabileceğini -yine nihayet- gösterebildi.

Sen şu topu bütün sezon oyna, oğlun da Scouseca konuşmayıversin.

18 Mar 2011

Yazgımdır Hagi'den Yana Olmak


Beş senedir bilerek, isteyerek iktisat ile ilgileniyorum. Türkçesi, iktisat okuyorum. Aklım başına erdiğinden beri ise, başka bir açlık, başka bir heyecan ile okuyorum her satırını. Analitik düşünebilme yeteneği -tam anlamıyla kazanamamış da olabilirim- başka bir insan yaptı beni, biliyorum. İşte bu yüzden, ilk günden beri olmasa da, bütünü parçalara ayırabildiğim günden beri, sözgelimi x ile y arasında bir nedensellik kurabildiğim günden beri başka bir dünyanın kapıları açıldı önüme. Hocalarımın kimine ağza alınmayacak küfürlerim olsa da kimilerine dualarım sonsuzdur.

Ve fakat bu iktisat mefhumu, özellikle de benim gibi konrol takıntısı olan insanlar için bir açıdan zararlı. Aslında bu tüm bilimlerde böyledir. Bir uğraşın bilim sayılabilmesi için belli özellikler vardır. Gözlenebilir olması mesela, ölçülebilir, iletilebilir olması. Bu ve benzeri bir kaç madde, uğraşını betimlerken kullandığın özelliklerin başında gelir. Sözü edilen maddeleri es geçtiğin an söylediklerin değersiz hale gelmez elbet. Aslında tüm bilmemiz gereken de bu. Kontrol manyağı biri, anlattıklarını, karşısındakinin -tıpkı kendisi gibi- kelimesi kelimesine anlaması gerektiği hissiyatını taşıdığı için, ortaya attığı her düşüncenin dayanaklarını oluşturmaya özen gösterir. Ne ki, artık o bıçak daha fazla kes(e)miyor. Dayanabildiği yere kadar dayandı. Romantizm her zaman beslendiğim bir alandı. Ve günlük uğraşlar bana bunu unuttursa dahi gözlerimle, kulaklarımla şahit olduğum bir başka olay, bu duyguya yeniden sıkıca sarılmamı öğütledi.

"Günümüz hakim iktisatı bir ideoloji midir?" sorusunun cevabı bence gayet açıktır. Evet. Hem de sapına kadar. Açıklaması da kısa ve nettir. Siz, piyasanın olağan uyumu ile işlemesini zevkle seyreden müktedirler, önünüze konan her argümana A.Smith'in bireysel fayda/çıkar ilkesi ile karşı koyanlar. Diyelim ki, günümüz iktisadının ideolojik bir niteliği yok. O zaman nerede "sözüm ona" fikir babanızın bir diğer ilkesi olan empati/sempati ? Öyle ya, topluma nüfuz edebileceğiniz her alanda, "just do it" ya da "nothing is imposible" den hallice bir bireysel çıkar mesajı enjekte ediyorsunuz beyinlerimize. Birinizin mi aklına gelmiyor ideologunuzun aynı zamanda sempati kavramından söz ettiği. Yani, siz kazanacaksınız diye illa bir başkası üzülecek diye bir kaide yok biliyor musunuz? Hatta yeri gelecek, çıkarlarımız başka buyursa da biz toplum içindeki konumumuzu, en önemlisi kendimize yakışanı/yakışmayanı ayırt edip vaz geçeceğiz çıkarımızdan/hazzımızdan. Aksi halde insanlıktan söz etmek yersiz olacaktır. İki ayak üstünde durabilmek, iletişim halinde bulunmak, okur-yazarlık, düşünebilmek... değil, hiç biri değil. Hoşumuza gitmediği, vicdanımız elvermediği için çıkarımıza olan şeyi yapmıyorsak, işte o zaman insanlıktan söz edilebilir.

Nereye gelebilirim hakim iktisat-ideoloji tartışmasından? Şu meşhur "inandıklarımız" meselesine... Benim inancıma göre, birileri kimi olayları, çoğu zaman, düşündüğümüzden daha basit boyutlarda algılamamızı isteyebilir. İşte, ideoloji yok, değer yargısı yok, mekanik bir yaklaşım, görünmez el teorisi denir, oysa ta içeriden bir kavram unutturuluyor yerine bir başkası pompalanıyordur. Gelmek istediğim yer romantizm. Hangi sayı bize hangi gerçeği bahşederse bahşetsin, o sayının oluşturduğu veya oluşturmadığı dünyayı hayal etmek bizde gizlidir. O yüzden " bilmek hiçbir şeydir, sezmek her şey".

Gözlemleyelim, ölçelim, elde ettiğimiz sonuçları bir kenara not edelim... Romantizmi de bir "ama" olarak kenara not edelim. Yoksa kanunlardan, kabullardan başka elimizde ne kalır?

Bunca laf kalabalığı tek bir şey için idi: Romantizm. Ya da Hagi. "Başarısız" olduğu günden beri kaç arkadaşımla aramı bozduğumu, kaç kişinin kalbini kırdığımı unuttuğum Hagi.. Benim aklım almıyor zira, yüreğim kaldırmıyor. Kusacak gibi oluyorum, bir Galatasaray taraftarı nasıl -hele böylesine bir sezondan sonra- "Hagi İstifa" diye bağırabilir?

Şüphesiz, onlarca gerçek vardır istifaya çağırabilmek için Hagi'yi. Benim ilgilendiğim bu değil oysa. Aynı "objektif" yargılar Kalli'yi de, Rijkaard'ı da, Skibbe'yi de, Korkmaz'ı da yem etti. Şimdi de Hagi'yi yem ediyor. Peki Hagi kim herşeyden önce. Ya da Rijkaard kimdi, Bülent Korkmaz kimdi? Sanırım taraftarlık olgusu, nicel olarak büyükçe kitlelerin içini doldurduğu bir olgu olduğu için, Hagi ya da Bülent hiçbir zaman istisnasız bir Galatasaraylı olamıyor söz gelimi. Çünkü her zaman her koşulda Galatasaraylı'lar bizleriz(taraftarlar). Bu kesin. Bir de hepimizin -iyi ki- değişen yargılarına göre değişen bir taraftarlık tanımı var. Onun emrettiğince, keyfimize göre istediğimizi gerçek Galatasaraylı yapıp, istemediğimize "siktir git artık" diye bağırabiliriz.

Sahi Hagi ne yaptı? Öncelikle, kafası basmayanlar-evet, romantizm iddiasıyla yola çıkan biri için uygun sözler olmasa da- için söylemek gerekirse Hagi'nin başına gelenler, faturayı, tanıdık-bildik bir isme çıkartmaktan başka bir şey değildir. Burada tutup, Hagi başarılıydı, aslında her şey iyi gidiyordu demiyeceğim tabii ki. Ve fakat, benim inancım, Hagi'nin kafasındakilerin, üzerinde düşünülmesi gereken şeyler olduğuydu. Dahası, nispeten genç bir yaşta öğrendim "sabır"ın hemen her şey için elzem olduğu gerçeğini.

Evet fatura Hagi'ye kesildi. İstediğiniz gibi siktirip gidecektir. Hepsinden öte emanetçidir zaten takımda. Tıpkı Rijkaard'a, Skibbe'ye hatta Kalli'ye kesildiği gibi..Kapitalizm krizlere gebedir klişesine girmeden, 6 yılda 7 teknik direktör değiştirenYıldırım Demirören ve başkanlığı boyunca 6 teknik direktör ile( Kalli, Cevat Güler, Skibbe, Bülent Korkmaz, Rijkaard, Hagi. Bilmem var mı başka unuttuğum..) çalışan Adnan Polat'a ağzının kenarını yakın zamana kadar açamayan geri zekalılara sorunun nerede ve kimde olduğunu anlatacak sabra ne yazık ki hala sahip değilim.

Teknik meseleler, takımdaki kalitesizlik, kalitesizlikten öte, yerli çıtasının düşüklüğü ve tüm takımın zeka problemi, ardından Hagi'nin yanlış hamleleri, tercihleri vesaire. Bunların hepsini tartışabilirdik, lakin çiğliğiniz hiç birine müsade etmiyor. Size karşı Hagi'yi savunmak, uğrunda ağlamak; çocukluğumu, çiğnediğim topları, yaralı dizlerimi, uykusuz, Hagi'li maçları bekleyen çocuksu hevesimi, 21:45'teki maçı izleyebilmek için okul dönüşü odada anneme 2 saat uyuyormuş numarası yapmanın tüm sıkıntısını bu satırlara taşımak demektir, ki yüksek "yargılarınız"bunu gerektiriyorsa o'nu savunmak benim "yazgımdır" kabul edin.