29 Eyl 2009

Galatasaray - Eskişehirspor Maçından Hareketle Hıncal Uluç Üzerine Bir Yazı


Hıncal Uluç çoğu zaman doğru yazılar yazıyor fakat futbol ile ilgili birikimleri Rijkaard’a yaklaşamayacak derecede az. Bugünkü yazısında Galatasaray’ı eleştirmiş .Bu nasıl deha diye de bir başlık atmış.Bence de,Galatasaray’ın kazanabileceği bir maçtı Eskişehir maçı ama bazen anlayamıyor Türkiye’deki spor yazarları, sanki her maç 3-4 gol atan takım berabere kalamaz, 1 gol atamazmış gibi hemen eleştiri oklarını acımasızca fırlatıyorlar. Hıncal Uluç da bu yazarların arasında.Demiş ki:"Nonda’yı çıkartıp Baros’u aldı, sanki Nonda’ya çok top geldi de o atamadı". Şimdi,öncelikle büyüklerimize saygımız sonsuz fakat bu düşünce ne kadar kısır bir düşünce böyle. Nonda ve Baros’un farklı özellikleri olduğunu hatırlatayım. Baros çapraz, düz koşular yapan rakip defansı karıştıran,yeri geldiğinde gol atan bir oyuncu. Nonda, uzun top geldiğinde topu fiziğiyle koruyabilen,arkadaşlarının gelmesini bekleyen bir forvet. Oradaki oyuncu değişikliği çok normal çünkü Rijkaard rakip defansın düzenini bozmak istedi. Her zaman yaptığınız değişiklikler olumlu yanıt vermeyebilir bunu da hatırlatmak gerekir Sayın Hıncal abimize.. Oyunu okuyamıyor demiş Hıncal Bey... Peki siz okurlara,futbolseverlere sormak isterim “Rijkaard mı Hıncal Uluç mu oyunu daha iyi okuyordur sizce?”Galatasaray’a saçma sapan eleştiri yönelteceğine,kendisine -haddim olmayarak- Eskişehirspor’un güzel futbolunu konuşmasını öneririm.Müthiş bir defans yaptılar,oyunu isteyerek kısırlaştırdılar.Bu arada bir şey daha eklemek istiyorum sözlerim.Eğer forveti 2'ye çıkarsaydı Rijkaard, Galatasaray’ın o adeta sersemleşen savunmasının gol yiyebileceğini hiç düşünmediniz mi Hıncal Bey? Rıza Çalımbay’ın düşüncesinin bu yönde olduğunu düşenemediniz mi? Leo Franco ne güzel demiş:"Her maçı kazanan bir takım daha dünyada görülmedi.Elbette puan kaybı yapacağız,bundan sonrada yapabiliriz bu doğal bir sonuç." Hıncal Uluç lütfen futbola da atletizm de olduğu gibi geniş bir perspektiften bakmaya çalışın...
by Berkan Cönger

28 Eyl 2009

Ada'da Haftanın Ardından



İngiltere Premier Ligi'nde 7. hafta maçları biterken Chelsea'nin Wigan karşısında aldığı sürpriz mağlubiyetle Manchester United liderliğe yükseldi.Haftanın öne çıkan diğer takımları ise Liverpool,Tottenham,Sunderland ve Chelsea'yi deviren Wigan Athletic oldu.Takımları 7.hafta itibariyle kısa kısa inceleyecek olursak:

*İlk olarak Portsmouth'dan başlayalım.Transferin son gününde en yaratıcı oyuncusu Krancjar'ı kaybetti ve Everton maçında da bunun eksikliğini çekti.Fakat kadrodaki tüm zafiyetlere rağmen sürekli maçın içindeydiler ve çoğu zaman öne geçmeleri an meselesiydi.Ancak,oyunu Portsmouth lehine çevirebilecek oyuncular vasatı geçemedi.Zaten Dindane net bir gol pozisyonu kaçırdıktan hemen sonra Saha Dindane'yle arasındaki farkı gösterircesine bir gol attı ve maç Everton'ın üstünlüğüyle bitti.Yenilgi dışında Portsmouth'un istekli oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.Lig tarihinin en kötü başlangıcını yaptılar ama güzel oynadılar.

*Everton'da ise işler iyiye doğru gidiyor.Orta sahada Phil Neville,Mikel Arteta gibi önemli isimlerin sakatlığına rağmen kazanmasını bildiler.Özellikle Saha'nın sezon başından beri yıldızlaştığını belirtmek gerek.İyi bir Saha'nın takımına yaptığı katkının ne kadar önemli olduğu görülüyor.Yeni transfer Bilyaletdinov'un da takıma ısınmasıyla eski Everton'ı göreceğimi günler yakındır.


*Manchester United ligin yeni lideri ve bunu hakettiklerini söyleyebiliriz.Ferguson her anlamda övgüyü hakediyor.Hala 4-4-2'de ısrar etse de takımın tamamını oyuna dahil ettiği için sahada hangi dizilişle oynadığının bir önemi kalmıyor.Bu yüzden kendi başına oynamayı seven Ronaldo'nun takımdan ayrılması oyun şablonunu pek bozmuyor.Kaldı ki,maça sol kanatta başlayan Nani'nin de Ronaldo'nun benzeri bir oyun anlayışına sahip olması Manchester'ın altı pasa kapanan Stoke savunmasını açmakta zorlanmasına sebep olmuştu.Fakat Ferguson bunu erken farkederek oyuna Giggs'i aldı ve Giggs takımının attığı iki golün asistini yaptı.Goller ise Berbatov ve O'Shea'den geldi.Bana kalırsa maçın en iyi iki adamı ise Scholes ve Fletcher'dı.Gözümden kaçtıysa bilemem ama Fletcher yalnızca bir pas hatası yaptı.Onun atağı başlattığı bir topta ilk golü buldular.

*Stoke için söylenecek pek bir şey yok.İyi savunma yaptıkları muhakkak ama hücum anlayışları topu bir şekilde Kitson'a indirmekle sınırlı.Halbuki Tuncay'a ilk 11'de görev vererek o bölgeyi daha hareketli bir hale getirebilirler.Stoke ne kadarcan sıkıcıysa taraftar grupları The Potteries de bir o kadar hareketli ve agresif...

*Çok gollü maçlar olmasına rağmen haftanın en nefes kesici maçı Fulham-Arsenal maçı oldu bana kalırsa.Londra derbisinde Fabregas'ın o enfes pası ve Van Persie'nin çıkartılamaz topları olmasaydı Arsenal'in maçı önde bitireceğini düşünmek hayalcilik olurdu.Ancak Arsenal cephesindeki en önemli gelişme genç İtalyan kaleci Vito Mannone oldu.Andy Johnson'ın kafasını inanılmaz bir refleksle karşıladı ve belkide haftanın adamı oldu.Tek maç kesin bir yargıda bulunmak için yeterli mi sorusu sorulabilir fakat yine de en az Almunia kadar güven verebileceğini düşünüyorum.

*Fulham için yine iyi şeyler söyleyeceğim.Ligin en disiplinli takımı.Bir an olsun oyundan kopmuyorlar.Murphy,Etuhu,Dempsey ve Duff orta sahası Premier Lig'in en iyilerinden bana kalırsa.Geçen sezonki başarının tekrarlanması zor ama imkansız değil.

*Sunderland'de sezonun başından beri söylediklerimi doğrularcasına galibiyetlerine devam ediyor.Kenwyne Jones ve Darren Bent gollerine devam ediyor.Orta sahalarının da diğer Premier Lig ekiplerinden daha iyi olduğunu söyleyebiliriz.5-2 kazandı Sunderland.Wolverhampton cephesinde ise kendi adıma en sevindirici olay Kevin Doyle'un golle tanışması oldu.

*Liverpool'da ligin iddialı ekiplerinden biri olduğunu hissetirmeye başladı.Hull karşısında tam yarım düzine gol attı.Bu başarının arkasında Babel'in düzenli olarak ilk 11 şansı bulması,Benayoun'un yükselen formu da önemli yer buluyor.Hull'ın ise kötü gidişi sürüyor.

*Tottenham'da Liverpool'un Hull'a yaptığının bir benzerini Burnley'e yaptı.Burnley evinde hiç yenilgi yüzü görmemişti fakat deplasmanda da puanla tanışamamışlardı.Yine öyle oldu.4 gol atan Robbie Keane ise maçın yıldızı oldu.Eminim onu en az iki senedir kimse böyle görmemişti.


*Son olarak haftanın sürprizine yer ayıracağım.Wigan Athletic sezona kötü başlamıştı ancak şu an ligin orta sıralarına kadar yükseldiler.Maçı izleyemedim ama 3-1'lik mağlubiyette Cech'in henüz 51. dakikada oyundan atımasının da payının büyük olduğunu düşünüyorum.Ligin en renksiz takımı olarak gördüğüm Wigan'ın ligin belki de en büyük şampiyonluk adayını yenebilmesi ise futbolun hiç bir zaman kesinlikler oyunu olmadığını göstermesi açısından ilginçti.

27 Eyl 2009

Yılmaz Güney Ne Yerde Ne Gökte


Yılmaz Güney'in ölümünün 25. yılı...Bu anlamda en iyi çalışmayı,daha doğrusu-benim izleyebildiğim kadarıyla- tek çalışmayı Milliyet Sanat yapmış.Eylül sayısını Yılmaz Güney'e ayırmışlar ve alışılageldik üzere "mit" Yılmaz Güney'den ya da yerin dibine batırılan,sanatsal kaygılar üzerinden "bayağı","lümpen" bulunan Yılmaz Güney'den uzak durmuşlar.Sanatçı,daha çok yönetmen Yılmaz Güney'i anlatmaya,okumaya çalışmışlar.Öyle ya Türkiye'nin sinema tarihinde Cannes'dan "en iyi film ödülü"yle dönebilen bir yönetmen daha yok.Hatta,uluslararası ölçütler göz önüne alındığında yeni dönem sinemasından Nuri Bilge'yi saymazsak yanına yaklaşabilen dahi yok.Tabii,sinematografik değerlendirmenin bu ölçütlere göre yapılmayacağını biliyoruz.Fakat yine de sinemamızın gördüğü en büyük ödülü alan bir yönetmenin yönetmenliği hakkında bu kadar az yazılıp çizilmesi çok büyük bir eksikliktir.Böyle önemli eksiklikler söz konusuyken başlı başına bir Yılmaz Güney dosyası hazırlayan Milliyet Sanat ekibi önemli bir iş yapmıştır.



Cüneyt Cebenoyan yazmış,onun sinemasının etkileri hala günümüz yönetmenlerinde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde önümüze çıkar.Onu örnek alan da vardır,aldığı ödülleri ona ithaf eden de,ondan nemalanan da...Ama hepsinin ötesinde bir Yılmaz Güney gerçeği vardır Türk sinemasında.Klişelerle de olsa tabulara yüklenir,günlük hayatta ne sorun varsa kamerasındadır.Ahlak'a ekmeğin gölgesinde bakar,töre cinayetlerine feodal düzenin arkasından...Anlatacaklarını doğrudan,en kestirmeden göstermesi çoğu zaman yavan bulunacaktır ama bu onun hayal gücünün yetersizliğinden değil,dünyaya bakışının dikliğindendir.Ekmekten başka,çaresizlikten başka,onurdan,yoksulluktan başka hiç bir şeye değinmemiştir sinemasında.Gerçeklikse gerçeklik,aşksa aşk...Zaten onu tüm üçüncü dünya ülkelerinin "Kral"ı olmasının sebebi de budur.Ellerinden alınan onurları,ellerinden alınan ekmekleri...Bunların peşindedir Yılmaz Güney.Durmadan bunları anlatır sinemasında.




Henüz öğrendiğim bir bilgi:O meşhur "Babil","Paramparça Aşklar,Köpekler " gibi günümüz klasiklerinin yönetmeni Meksikalı Alejandro Gonzalez Inarritu "Yol"u seyrettikten sonra film çekmeye karar vermiş."Yol"daki çok karakterli,hikayelerin bir birinin içine girdiği,belli noktalarda kesiştiği film türünü kendine örnek almış,filmlerinde ondan beslenmiş.Yani,şu an nefesimizi tutarak izlediğimiz,şahsen çokta beğendiğim Inarritu filmlerinin temelinde Yılmaz Güney'in yatıyor olması Türk sinemasının ne derece önemli bir sinemacısını kaybettiğinin göstergesidir.Onun tarzı belki de Mexico City varoşlarında köşeyi dönmek için köpeğini dövüştüren,en büyük hayali aşık olduğu kadınla birlikte kaçmak olan delikanlının silüetindedir.Ya da Inarritu'nun sinemasında bile yeterince basmakalıp duran ünlü bir mankenin,bir burjuvanın yaşadığı dramın çıplaklığında.




Mesele onun sinemasının da bir dili olduğunu kabullenebilmekte.Bugün Mahsun Kırmızıgül'ün Güneşi Gördüm'ü kati surette hiç bir politik tavır almaksızın,bu konuda devlet olsun diğer bir takım güçler olsun,resmi,gayri resmi öğretilenlerin,anlatılanların,ninni gibi tekrar edilen kardeşlik masallarının dışında hiç bir şey söylemezken yabancı dilde en iyi film dalında Oscar adayı olabiliyorsa,onun bir şeyler söyleme,üstelik insanlık için kutsal sayılabilecek nesneler,duygular hakkında bir şeyler anlatma telaşının perdeye yansımasına kimsenin edebilecek tek bir sözü olmamalıdır.Tüm zorlukları tek tek damıtarak bir dil oluşturmuştur kendine Güney.Kesinlikle "mit" değil.Eserleri göklere çıkartılamaz ama kendi yolunu oluşturabilmiş harikulade bir sinema adamıdır ve yaşadığı tüm zorluklara rağmen ısrarla film çekmesi tüm efsanelerde yer alabilecek kadar destansı bir direnişin öyküsü gibidir.




23 Eyl 2009

İstanbul'un Alanlarında En Son Ne Zaman Futbol Oynandı?



Eski Saraçhane'den bir manzara.Şu an bu alanda top oynanmıyor tabii.Alanın büyük bir bölümünü Haşim İşcan Geçidi kapamış vaziyette.Fotoğrafın çekildiği tarih hakkında net bir bilgim yok ama Haşim İşcan Geçidi'nin yapımına 1964'te başlandığını biliyoruz.Dolayısıyla James P. Blair'in objektifinden çıkan bu resmin 50-60 yılları arası çekildiği sonucuna ulaşıyoruz.O yıllarda İstanbul'un merkezi bölgelerinden biri olarak sayılabilecek Saraçhane'de bile boş alanlar varken,günümüzde yapılaşmanın Silivri'ye kadar aralıksız uzandığını görüyoruz.


Sanırım fotoğraftakiler İstanbulun en şanslı kuşaklarından...İstanbul'da futbol oynayabilmek!Hem de şehrin göbeğinde...


Haşim İşcan Geçidi (1972)

22 Eyl 2009

Muhteşem Üçlü


90'lı yılların başından itibaren eskiyi anımsatan,efsanevi bir takım olma yoluna girmişti Liverpool.Futbolla o dönem haşır neşir olmaya başlayanlar için de yeri ayrıdır Liverpool'un.Ben de 95-97 arası Liverpool'un muhteşem üçlüsü olan Fowler-Collymore-Macca üçlüsünden çok etkilenmiştim.O dönem 97 yılında gelen üçüncülükle kapandı ve bir daha ne Fowler eski Fowler,ne McManaman eski McManaman ne de "Stan the Man" Collymore eski Collymore olabildi.Böyle önemli kuşaklardan sonra uzun süren başarısızlıklar kaçınılmaz oluyor genelde.Liverpool'da neredeyse on sene(Avrupa'da kazanılan onca kupaya rağmen) istenilenden çok uzaktaydı,artık herkes lig şampiyonluğunun hayal olduğu kanısındaydı ki geçen sene Gerrard'ın başını çektiği inanmışlar ordusu kupanın bir kulpundan tutmuşken bırakmak zorunda kaldılar.Dilerim bugünün (Kuyt-Torres-Gerrard)muhteşem üçlüsü 95-97 arası muhteşem üçlüsüne benzemez.
Gözümüzün önünde onca efsane yok olup gitti...Geriye oyuncakları kaldı.

18 Eyl 2009

Avrupa'da Bizimkiler Gecesinin Ardından

Panathinaikos – Galatasaray maçı ile başlayalım…

2 takımda kendi liglerinde namağlup, aynı sistem, Hollandalı teknik adamlar.Ten Cate daha önce Barcelona’da bizimkinin,yani Rijkaard’ın asistan hocası.Maçtan önce ister istemez düşündüm "boynuz kulağı geçermi?” diye. Düşündüğüm olmadı çünkü Galatasaray maça çok erken bir gol ile başladı.Bu tabii bizim için çok iyi oldu.Dikkat ederseniz Beşiktaş ve Panathinaikos maçlarında üst düzey bir futbol sergilemedi Galatasaray ama 2 kaleye de 3 er gol yolladı. Mehmet Topal ve Mustafa Sarp’ın uyumu dikkat çekti, Sabri’nin inanılmaz yükselişi ve tabii ki de EMRE AŞIK... 36 yaşında Galatasaray gibi bir takımın kaptanı, defansın bel kemiği, bir mucize olsa da hep 36 da kalsa bu takımdan hiç gitmese... Bilmiyorum sizlerin düşünceleri neler. Şu an için gerçekten takım çok yorgun,özellikle Arda. Milli takımda Fatih Terim pestilini çıkartmış Arda’nın,hiç bu kadar yorgun görmemiştim kendisini.Ayrıca gazetelerde şu başlığı görünce içim bir kıpırdıyor heyyt be diyorum,o başlık ne mi? “İŞTE GALACTICOS”.


Bir zamanların Real Madrid’ine deniyordu(hoş şimdi II.Galacticos devri başladı Madrid'te), takımdaki oyuncuları Zidane, Beckham, Ronaldo(Çakması değil), Owen, vs. Galatasaray’da bu sene efsane bir kadro kurdu ve ciddi başarılara imza atacağına adım kadar eminim.Galatasaray bu sene her kupanın en ciddi adayıdır,duyduk duymadık demeyin, şu futbolu görüyorsunuz,takım kapasitesinin %60 - %70 ile oynuyor açıkcası %100’ü büyük merakla bekliyorum. Panathinaikos iyi pas yaptı diyebiliriz gol pozisyonlarına da girdi hatta çok inanılmaz goller kaçırdılar. Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı gibi oynuyorlar ama bütün sahanın kale olmasını istiyorlar gibi. Albert Roca takımdaki yorgunluğu giderdiği zaman daha iyi sonuçlar alınacak,daha iyi top oynayacak Galatasaray.



Sürpriz olmayan bir maça geldi sıra Fenerbahçe – Twente

Hollanda ligini izleyenler bilir,Twente’nin ne kadar iyi bir takım olduğunu, futbolu takip edenler bilir Mclaren’in ne kadar kurt ve ne kadar iyi bir hoca olduğunu. Daha kuralar çekilirken çerez diye adlandırılan Twente, açıkcası Fener’i çerez yaptı. Beraberliğe geldiler 3 puanı alıp Hollanda’ya döndüler ama Güiza’yı inatla oynatan bir hoca bu mağlubiyeti hak etmiştir demektir.Sen ki,teknik direktörlüğe senelerini vermiş bir hocasın,oyun zekası inanılmaz denenlerdensin peki bunu tüm Fenerbahçeliler,tüm Türkiye görürken sen nasıl görmüyorsun. Yedek kulübesinde Güiza’dan daha iyi bir adam oturuyor ve sen onu oyuna almıyorsun,o kim mi? “SEMİH ŞENTÜRK”. Semih daha ne yapsın oynamak için?Sezon sonu bu takımdan giderse şaşırmayın,bence gitsin de çünkü ne yaparsa yapsın oynayamayacağı kesin gibi.




Kısacası Twente Fenerbahçe’yi çözmüş ve onlardan iyi pas yaptılar, kontra atakları iyi değerlendirdiler,maçın kontrolü de onlardaydı. Topuz baraj hatasını affetmedi ama Twente’de Fener’in kaleci ve savunma zafiyetini affetmedi.Kieran arkadaşım maçı izlerken geldi yanımıza ve N'kufo ne yaptı dedi,daha bişey yapmadı dedik hemen ardından ben burdayım dercesine 2 gol attı.Bu maçın Fener’e ders olmasını diliyorum ve tez zamanda Avrupa maçlarında galibiyetlere başlamalarını umuyorum..
by Berkan Cönger

17 Eyl 2009

Denizli - Sivas ve O.Çocukları



by Berkan Cönger

Sizlere dün oynanan Denizlispor – Sivasspor maçını analiz etmek istedim.Türkiye A Milli Basketbol takımımızın maçının da olması nedeniyle 2. yarının son 15 dakikasını izleyemediğimi söylemek istiyorum.Maça bakıldığında,2 tarafta çok açık bir futbol sergiledi.Sivasspor puana aç, Denizlispor ise rakip bu kadar kötü giderken alabildiğimizi alalım görüntüsündeydi. Sene başında arkadaşlarımada söyledim,geçen sezon Süperlig’de 2. olan bir takımın bünyesinden tam sayıyı bilmiyorum ama 10'dan fazla futbolcu takımdan gönderildi. Bu oyuncular Sivasspor’un büyük başarılara imza attıkları zamanlar ilk 11 de forma giydiler. Yönetimden ise şöyle bir açıklama gelmişti; Yeni bir oluşuma gidiyoruz,ileriye yönelik bir kadro oluşturuyoruz. Tamam,madem yeni bir oluşum peki size sorarım Ersen Martin’le mi olacak bu oluşum veya İbrahim Şahin, Yasin vs...

Sizlere bir filmden örnek vereyim hatırlarsınız belki,O. Çocukları filminden; Demet Akbağ’ın evinde bulunan balıklar bir gün ölü bulunmuştu. Halbuki 2 senedir suyu değişmeden mutlu mesut yaşıyorlardı. Eve yeni gelen bir kişi bu su çok pis diyerek balıkların suyunu değiştirdi ve balıklar sizlere ömür... Demet Akbağ’da bunun üstüne; (Evdeki çocukları kastederek) “Bu evde bir düzen var,onların suyunu da değiştirirsen bu balıklar gibi ölürler” demişti. Sivasspor’a da aynı şey oldu suyu değişti,sizlere bunu çok emin bir şekilde söylüyorum.Süperlig’de artık Sivasspor basit bir Anadolu takımı olarak yer alacaktır(En büyük nedeni BÜLENT UYGUN). Denizli ise maçın sonlarına doğru bütün gücüyle rakip kaleye saldırdı ama bu seferde defansta açık bıraktılar ve çok fazla kontra atak yediler . Bu da onlara vakit kaybı olarak geri döndü,gol atayım derken az kalsın yiyorlardı. Ama bence tebrik etmek lazım Denizlispor’u geçen sezonun Lig 2. sine korkmadan,hiç durmadan devamlı saldırdı. Maçın hakkı kimindi diyorsanız, bence maçın hakkı Sivas çok gol kaçırsa da Denizlispor’undu çünkü pas yaparak,takımı yarı sahaya oturtarak ilerlediler.Sivas ise defanstan 70 metrelik uzun paslarla gol bulmaya çalıştı.

15 Eyl 2009

Tez Anti-tez Uyumu ya da "Sensiz Olmaz"

İkisi de tamamen insan,biri saf ve sevimliyken öteki cin fikirli ve sevimli.Birbirlerine muhtaçlar ve fakat birbirlerini bir an için bile ezemezler,birinin performansı diğerini gölgede bırakacak kadar üst düzey olamaz,olmamalı.Herkes kendini oynarken diğerini cilalamalı,ustalık tiplemeleri yazanda değil,Türkiye'nin kırsalından gelip Türk Sinema Tarihi'ne damga vurabilen ikilide...




"Bende inanmaların çağı geçti
Sende sanki ilkbahar
Bizimkisi karşıtların birliği
Böyle sevgili olunur herhal"

Ahmet Erhan

13 Eyl 2009

Ada'da Haftanın Ardından


*Beklediğim oldu.Manchester United'ın hala bu ligin favorisi olduğunu çok kez yazmıştım.Tottenham'ın da iyi bir takım kurmasına rağmen-Kranjcar takviyesi çok önemliydi- yavaş yavaş orta sıralara doğru ineceğini söylemiştim.İlk 4'ü zorlayabilirler ama araya girebileceklerini sanmıyorum.


*Üstteki satırları yazarken Arsenal'in toparlanacağını hesaba katıyorum.Fakat böyle giderlerse değil Tottenham,Aston Villa dahi onlarla mücadele edebilecek konuma gelebilir.Aslında lige iyi başlamışlardı ama görünen o ki eksikler yeni yeni ortaya çıkıyor.Özellikle Manchester City'e,4-2 lik bir skorla mağlup olmanın affedilebilecek bir tarafı yok.Van Persie,Arshavin ve Fabregas'a çok iş düşecek bundan sonra.


*Birmingham derbisini izleyebildim ve edindiğim intiba Alex McLeish'inki ile aynı:Birminham EPL'de herkesle baş edebilecek kuvvette gerçekten.Belki de derbi maç olması sebebindendir,Birminghamlılar inanılmaz bastılar ve oyunun çoğu bölümünde iyi oynayan taraf onlar oldu.Golü de bir duran toptan yediler.Agbonlahor yine canlarını yaktı.Villa cephesinde değişen bir şey yok,yine iddialılar.Ancak bu sene de ilk 6 yeterli gözüküyor onlar için.Birmingham ise ilerleyen haftalarda daha fazla puan alacaktır.Özellikle Gary O'Connor ve Sebastian Larsson dikkat edilmesi gereken isimler.


*Liverpool ligin en yerel takımı Burnley'i Benayoun'un 3 ve Kuyt'ın golleriyle 4-0 mağlup etti.İşler yavaş yavaş da olsa yoluna girecektir.Ve çoğu Liverpool hakkındaki umutsuz düşüncelerin aksine hala şampiyonluk adaylarından biri olduğu kanısındayım Liverpool'un.Tabii henüz çok erken.Belki de desteklediğim takım olmasından kaynaklanıyor ama Gerrard ve Carragher'ın olduğu her yerde umut vardır...


*Öte yandan Burnley'nin de ligde kalmasını istiyorum.Dilerim bunu başarabilirler.


*Manchester City "zamana ihtiyaç var" klişesinin doğruluğunu gösterdi bize.Haftalar geçtikçe iyiye gidiyorlar.İyi bir Adebayor,Tevez ve Robinho üçlüsünü kolay kolay kimse tutamaz.


*Portsmouth'un hala puanı yok ve belki de puan alabilecekleri 3-5 takımdan biriydi Bolton.Gollü bir maçtı ve 3-2 kaybetti Portdmouth.5 maçta 5 yenilgi.Kranjcar'ı da kaybettiler...Bolton hiç bir zaman küçümsenemez am bu sene zayıf oldukları b,r gerçek.


*Chelsea yine son dakikada güldü...Tek kale oynadılar gerçi ama bir gün o top son dakikada girmezse?Stoke City golü erken buldu,sakatlıklar yaşadı ve kaleci Sorensen oyundan çıkmak zorunda kaldı.Chelsea'ye karşı golü erken bulmak da bir dezavantaj oluyor,sonra ister istemez kapanmak zorunda kalıyorsunuz.Tüm bu olumsuzluklara rağmen yine de iyi mücadele ettiler.


*Sunderland bu sene ligin en iyi takımlarından olur demiştim.Sağolsunlar beni utandırmıyorlar şimdilik.Darren Bent,Fraizer Campbell arklarında Lorik Cana ve Lee Cattermole kanatlarda Kieran Richardson ve Andy Reid...Gerçekten çok iyi bir takım olmuş.


*Açıkçası Wigan'ın bu kadar direnebileceğini beklemiyordum.West Ham'ı da yendiler.West Ham'da kötü gidiş sürüyor.


*Belki de haftanın en heyecanlı karşılaşması Fulham-Everton maçıydı.Fulham'ın sempati duyduğum bir takım olmasından mıdır bilmiyorum ama oynadıkları futbolu çok beğeniyorum.Bugün de öyle oldu.0-1 yenik duruma düştüler ama oyundan hiç kopmadılar ve Konchesky ve Duff'ın harika golüyle 2-1 aldılar maçı.Fulham yine büyük bir sürpriz yapıp üst sıralara oynayabilir.Şu ana kadar aldıkları sonuçlar kötüydü ama dediğim gibi çok güzel bir futbol oynuyorlar.Özellikle Dempsey ve Duff muhteşemdiler ki ikisi bir arada oynadılar.Duff'ı Blackburn'deki yıllarından sonra ilk kez bu kadar hırslı gördüm.

12 Eyl 2009

Semih Yoksa Vedad Var


Bir anda düşman kesildik Bosna'ya.Oysa ne güzeldi maçları kardeşçe kaybetmeleri.Bu kadar agresif olmalarına ne gerek vardı.Herşey iyiydi böyle...Neden birden "çirkefleşmişlerdi" ki?


Yarın aynı şeyi Azerbaycan'la da yaşayabiliriz.Biz puanları toplayınca kardeşlik oluyor da onlar alınca olmuyor mu?Bunlar daha dün bizim kendi yediğimizden içtiğimizden kesip erzak gönderdiğimiz halk değil mi?İşte aynı halk,o halk,üstüne en örgütlü saldırının gerçekleştirildiği halk,başına fes konup kesilen halk,tüm çağdaş devletler tarafından görmezden gelinen halk,ilk defa kimse istemese de ismini orada okutacak.Hoş biz taa Japonyalara Korelere kadar gittik de ne oldu?Diyebilirsiniz.Unutulur diyebilirsiniz.Haklısınız,ama bir günlüğüne dahi olsa,bir saatliğine,bir anlığına dahi olsa isimlerinin duyulması bile,zorla unutturulmaya çalışılan isimlerinin zihinlerde bir flaş parlaklığında yanıp sönmesi bile yeter bana kalırsa.


Spiker Semih demez Vedad der.Yakınlıksa yakınlık işte.Geçmişse geçmiş.Ortak paydamız salt din de değil yani Vedad demese de uçsuz bucaksız ovalarda son model teknolojik silahlarla avlanan onca masumun hatrına önümüzde ki turnuvada -katılırsa eğer- Bosna desteklenir.Golünü attıktan sonra liman işçilerine destek veren Robbie Fowler desteklenir,Tuzla Tersaneleri'ndeki işçilere destek olan,sahip çıkan bir futbolcu çıksa attığı her golde,her adımda uğruna göz yaşları dökülür...

11 Eyl 2009

Berthold Brecht ve Sel Yağmacıları


Büyük adam şu Brecht.Ne diyor "önce ekmek,sonra ahlak" yüz yılın lafı bence...Gerçekten çok önemli bir söz.Belki bir çoğumuz buna benzer sözleri yüzlerce kez duymuşuzdur,bizim millette nasihat boldur.Ondan şüphemiz yok ama söz dinleme konusunda aynı hassasiyeti göstermemişler nedense...


"Önce ekmek,sonra ahlak" anlattığım kimilerine yeterli gelmedi.Koskoca Brecht'in söylemiş olduğu cümlenin kudretli Türkçemizin imkan verdiği ölçüde Türkçeleşmiş halini hafif buldular.Ben de daha da kabalaştırarak "ekmeği olmayanın,ahlak'ı olmaz"diye girdim tartışmaya.Çok iddialı,ağır oldu gibi ama sonuna kadar arkasındayım sözümün.Brecht arkamda bir kere...Başkasının ahlak anlayışını yargılamak o kadar kolay ki herkes bir diğerini karalamanın siyah,sinsi zevkine kendini kaptırmış,dur durak bilmeden diğerinin ekmeği midesine götürmek için yaptığı eylemi gösteriyor,karalıyor onu.Rezil bir durum.Her açıdan.Bunu ilk başta ülkenin zenginleri yapıyor ki bunlar ahlak hakkında konuşabilecekler listesinin son sırasında bile yer alamazlar.Onlarca usülsüzlük,onlarca yağma,talan,sahtecilik yapmışlardır ama lüks bir mekan çıkışında garibanın teki 10 lira isteyince hemen ahlak dersi vermeye başlarlar:"Sapasağlam adamsın,git çalışsana...".Kapitalizm verdi elinize bir "çalışan kazanır" yalanı oyna babam oyna...O da meraklıydı senin zengin diş eti kokuna...Sen ki bir öğünü pas geçince gözü kararan başı dönen,şekeri düşen bir kodamansın.Çok değil iki gün aç kaldığını düşün.Onu da geçtim iki gün sadece kuru ekmek ye...Ama kafamı ütüleme.Sen ne fabrikana aldığın makinayı tanırsın ne de bu halkı...


Aynı tabloyu sel felaketinde de yaşadık.Hepimiz can kayıplarını,fırsatçı mütahitleri,peşkeşçi politikacıları,devlet adamlarını geçtik ağız birliğiyle üç-beş yağmacıyı yerden yere vurduk.Onlarca tren kazası oldu,faili meçhuller oldu hepsi münferit olaylar kategorisine alındı,3-5 yağmacıyı bir türlü zihnimizden atamadık.Çünkü bize bir şeyler hatırlattı.Ondan televizyona çıkan karnı tok sırtı pekler konuşmaya onları kınayarak başladı.İnsanlar can çekişirken sen diğer yanda nasıl yağmacılık yapardın...Ama yaptın işte sen de yaptın Karadeniz'in ortasına duble yolu yaptın tüm Karadenizi felç ettin.Ormanlar zaten can çekişiyordu son nefesini verdiler sayende...Sen daha dün ülkenin en bakir arazilerini yağmaladın üstlerine oteller kurdun,siteler inşaa ettin...Sen daha neler yaptın bu sayfalar yetmez anlatmaya.Üç-beş densiz suda yüzen eşyaları çalmış çok mu?

10 Eyl 2009

Manchester'ın Underrated Oyuncuları No:2 Darren Fletcher




"I can't understand why people in Scotland rave about Darren Fletcher."

Roy Keane

"To me, Darren's almost a Bobby Charlton-type player.”

Terry Butcher İskoçya'nın Antrenörü



Darren Barr Fletcher,Edinburgh’nın kırsalından,tarım işçisi bir ailenin çocuğu,futbol konusunda uzman sayılabilecek iki kişinin hakkında tamamiyle zıt görüşler bildirmesine kafayı takmadan,Şubat 2009’da takımıyla birlikte Inter deplasmanında,Milano’dayken evinin soyulması ve kız arkadaşının boğazına bıçak dayanması üzerine yaşadığı psikolojik çöküntüyü kısa sürede atlatarak Manchester formasını Sir Alex Ferguson’un da bitmek bilmeyen yüksek takdiriyle üstüne yapışmışçasına giymeye devam ediyor.Aslında onun ki de tipik bir underrated oyuncu profili değil.Manchester taraftarları bırakın ona hakettiğinden az değer vermeyi,çoğu zaman onu görmezden geldiler,Keane’in veya Beckham’ın yerini doldurabilecek potansiyelden uzak olduğunu,sıradan olduğunu ve hatta takımın en zayıf halkası olduğunu söylediler.Kabaca bir Galatasaray taraftarı için Cihan Haspolatlı ne ise bir Manchesterlı için de Fletcher oydu.

Futbola onu 14 yaşından beri tanıyan Terry Butcher’ın da iddia ettiği gibi orta sahanın ortası olarak başlamış.Orta sahanın ortası biraz garip bir tabir ama doğru sayılabilir.Çünkü Fletcher bugünde görebileceğimiz üzere ne bir ön libero ne de hücuma yönelik bir orta saha.O günümüz futbolunda en çok ihtiyaç duyulan,ingilicesi box to box olan,iki tarafa da sürekli gidip gelen,çağdaş bir orta saha oyuncusu.Fletcher 1984 doğumlu ve 2000 yılında Manchester altyapısına katılmış bir sene sonra da profesyonel sözleşme imzalamış ve o günden bu yana 8 senedir ondan bir Beckham ya da Roy Keane performansı bekleyenlere aldırmadan Manchester formasını giyiyor.Zaten büyük bir takımda forma giymek çoğu zaman böyle olmuştur.İnsanlar o formayı giyen herkesin Ronaldo,Messi veya Kaka gibi olmasını bekler.Oysa Manchester United hiç bir zaman oyunu Ronaldo ile domine etmemiştir.Belki Fletcher bunu taraftarlara anlatamadı ama zaten onun aklı,boşluklarının onun tarafından doldurulması beklenen Beckham veya Roy Keane gibi olmakta değildi.Onun idolü Fernando Redondo’ydu.En çok onun tarzını seviyordu ve onun geriden oyun kuruşunu,oyunu okuyuşunu ve oyunu kontrolü altına alışının izlerini Fletcher’da net olarak görebiliriz.Kaldı ki,yaşlandıkça bir ayrı güzelleşen Redondo’yu düşündüğümüzde henüz 25 yaşında olan Fletcher’ın hiçte küçümsenmeyecek bir performans sergilediğini söyleyebiliriz.

Neyse,spekülasyonları bırakıp Fletcher’ın kariyerini incelemeye devam edelim.Manchester formasıyla ilk olarak sağ kanat oynamaya başladı.Beckham’ın uzun süreli sakatlığında Ferguson formayı ona verdi ama o başarısız oldu.Bu konuda Terry Butcher Fletcher’ın hep bir orta alan futbolcusu olduğunu ancak Ferguson’un ısrarıyla sağ kanada çekildiğini söylüyor.İlerleyen yıllarda özellikle Keane’in ayrılmasından sonra bu sefer de taraftarlar ondan Keane olmasını istediler.Fakat yine olmadı.Çünkü onun oyun tarzı ne Keane gibi agresifti ne de Beckham gibi bir kanat oyuncusuydu.Keane’in ayrılmasından sonra Manchester o bölgeye bir çok takviye yaptı(Eric Djemba Djemba,Liam Miler,Kleberson) ancak hiç biri Fletcher kadar kalıcı olamadı.Sonraki yıllarda aslında çok rahat overrated diyebileceğimiz oyuncular olan Owen Hargreaves ve Michael Carrick o bölgeye alındı.Ancak Hargreaves’in geçen sezon yaşadığı sakatlıktan dolayı Fletcher daha fazla şans buldu ve bu şansını da iyi değerlendirdi.Sezonun ilk iki maçında iki gol attı ve puanlar o goller sayesinde alındı.Geçen sezon tam 26 maça çıktı ve takımın düzenli oynayan oyuncularından biri oldu.Şampiyolar Ligi’nde de öyleydi.Arsenal’le oynanan yarı final rövanş karşılaşmasında kırmızı kart görmeseydi çok büyük ihtimalle Roma’daki finalde Barcelona’ya karşı onu izleyecektik.Maç sonrası konuşulanların başında da zaten onun yokluğu geliyordu.Çünkü yerinde oynayan Anderson-Carrick ikilisi istenileni verememiş ve orta sahanın erken çökmesine sebep olmuşlardı.Tam Fletcher’a ihtiyaç duyulan bir maçtı.Özellikle Anderson Barcelona orta sahasına karşı koyamamıştı çünkü…

Çoğumuzun beğenmediği,belki kendi takımında bile istemediği,bir türlü neden ilk 11’de başladığını anlayamadığımız adamların başında gelir Fletcher.Peki öyleyse Ferguson gibi bir dahinin Fletcher’a bu kadar çok şans tanıması nedendir?Aynı ırka mensup olmaları mı?Hiç sanmıyorum.Tüm Old Trafford başka düşünüyor Fletcher hakkında,Ferguson başka…En azından şimdilik.



"If you listen to any of my comments over the last two or three years, if I've given any player credit over the years it would be Fletch. Fletch will tell you that himself."


Yıllar sonra Roy Keane

9 Eyl 2009

Bosna Hersek - Türkiye Maç Raporu



Öncelikle yazıma bu sayfada bana yer ayıran futbol aşığı,bir anlamda idolüm sayılan kierana teşşekür ederek başlamak istiyorum.
Neyse biz hemen konumuza giriş yapalım:
Her ne kadar Fatih Terim karşıtı olsam da bende Dünya Kupası'nda Türkiyeyi izlemek ve Messi'nin Gökhan Gönül karşısında yad a Kaka'nın Servet Çetin karşısında neler yapabileceğini görmek isteyenlerdenim.

Hoş Arjantin'in de katılacağı belli degil ya...

Bu maç Bosna açısından daha kolay gözüküyordu ama formda olan bir Arda,Tuncay ve Emre varken istediklerini sahaya yansıtmaları o kadar kolay olmayacak diye düşünüyordum.
Öte yandan futbolcular ve teknik adamlar dışında bu kupaya katılmak Bosna halkı için çok önemli çünkü yıllarca savaşlarla ve açlıkla büyümüş bir halkın futbolda da başarıya hasret,aç olması çok doğal bir durum.
Türkiye açısından bakmak gerekirse 2002'deki 3.lükten sonra büyük bir gerileme yaşanmış 2008 Avrupa Şampiyonsıyla bu özlemimizi dindirmiş olsakta bir dünya kupasında gözükmek Arda veya Sercan gibi oyuncular için çok önemli olacaktır.

Ama...

Türkiye için final niteligi taşıyan maçı ne yazık ki millierimiz 1-1 kalarak dünya kupasına katılma şansımızı zora soktu.Matematiksel olarak şansımız devam etse bile ben artık guruptan çıkabiliceğimize ne yazık ki inanmıyorum.Maçın değerlendirmesini yapmak gerekirse,baskısını her zamanki gibi ilk yarı fazla hisettiremeyen bir Türkiye ve buna karşı defansif ve beraberliğe oynayan bir Bosna gördüm.Tabii duran toplarda tehl,kel, olcakaklerını tahmin etmek o kadar zor değildi.Çünkü birazcık Avrupa futbolunu tak,p eden herkes Salihovic'i veya Misimovic'in duran topları nasıl kullandığını bilir.Ayrıca Arda Turan'ın ne kadar yorulduğunu, Tuncay Şanlı'nın maçta isteneni vermediğini, Emre'nin topu atağa çıkarırken çok basit kaybettiğini söylemek gerekir. Ayrıca Fatih Terimi'n itirazı sonucu takımını yanlız bırakması diğer bir dezavantajımız oldu.

Bosna ise taraftar gücünü arkasına alarak kendileri için çok iyi bir sonuçla İspanya'nın karşısna çıkmayı bekliyor artık. Her ne kadar millilerimiz gruptan çıkamasalarda Bosna'nın çıkmasına üzülmiycegimi de belirtmek istiyorum.Üstelik Bosna'nın dünya kupasında sürpriz sonuçlar alabileceğini düşünüyorum.

Yazımı bitirirken her ne kadar Türkiye'nin gruptan çıkma ihtimali zayıflsa da son dakika gollerine alışık oldugumuz takımımızın bizi bir son dakika golüyle daha sevindirmesini istiyoruz...



by Kieran's bro'

Yalçın Doğan:Adana Demirspor'la Kaçan Fırsat

FUTBOL maçı değil, sanki sazlı, sözlü parti mitingi.

Tribünlerden yükselen posterlerde Che Guevara ile Deniz Gezmiş yan yana. Orak-çekiç figürleriyle yoldaş, barış, özgürlük, kardeşlik lafları iç içe. Asi çocuklar, sosyalistler, gençlik pankartları o tribünlerde herhalde ilk kez yer alıyor.

Binlerce futbolsever zafer işareti eşliğinde, İtalyanca Çav Bella şarkısını söylüyor. Sahadaki İtalyan takımına selam göndermek adına.

İŞÇİLERİN TAKIMLARI

Geçen hafta Adana çok farklı bir futbol maçına sahne oluyor.

Adana Demirspor ile İtalya Serie (A) takımlarından Livorno Adana’da karşı karşıya geliyor.

Adana Demirspor takımını demiryolu işçileri kuruyor. Livorno takımını da, liman işçileri.

Demiryolu ve liman işçilerinin takımları Adana’da buluşuyor. Irkçılığa karşı dostluk maçında.

İtalya’da ırkçılığa karşı her yıl turnuva düzenleniyor. Turnuvanın demirbaş takımlarından biri Livorno.

Adana Demirspor da, ırkçılığa karşı bir futbol takımı. O popüler, o milyonlarca taraftarı olan takımlardan çok farklı bir kültürü temsil ediyor.

Dün konuştuğum Kulüp Başkanı Bekir Çınar:
“Demirspor’da asi bir ruh var. Irkçılığa karşı bir söylem var. Livorno ile bu noktada kesişiyoruz. Taraftarlarımız o pankartları kendiliğinden getirdi. Atatürk ve Castro’nun da posterleri vardı. Futbolun birleştirici mesaj taşıdığına inanıyoruz.”

ÜÇ KEZ YAZIK

Livorno’da Kolombiyalı bir futbolcu var. Ama, Türkiye vizesi yok.

Demirspor yöneticileri, “o gelmesin, sorun çıkar” diyor. Livorno itiraz ediyor. Demirspor ilgililere başvuruyor ve Kolombiyalı futbolcu gurup vizesinden yararlanarak, geliyor. Türk yetkililerin bu maça gösterdikleri ilgi sadece bu vizeyle bağlantılı. Hepsi bu.

Maçın naklen yayınlanması için Adanalılar TRT ve NTV’ye başvuruyor, maç nakli karşılığında para talep ediyor. Ne TRT yanaşıyor para vermeye, ne NTV. 0-0 biten maç TV’den naklen yayınlanmıyor. Ve bana kalırsa yazık oluyor. Bu birinci yazık.

İkinci yazık, Adana’daki firmalarla ilgili. Adana’da o kadar zengin firma var, ama tek bir firma bile Demirspor formasına reklam vermiyor.

Oysa, o işte farklı bir takım. Gerçi, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak takıma maddi, manevi destek veriyor ama, ancak belediyenin sınırlı imkanlarıyla.

Milyar dolar ciro yapan, anlı şanlı firmalar nerede?

MAÇA GİTMEK

Üçüncü yazık, kaçan fırsatla ilgili.

Maç ırkçılığa karşı. Sahadaki iki takım da, bunu temsil ediyor. Taraftarlar arasında marjinal düşünceleri savunanlar olabilir. Ama, özünde taraftar çoğunluğu benzer düşüncede, ırkçılığa karşı. Bilinçli bir kitle.

Günümüz siyasetinin en temel konusu ne? Kürt açılımı. Bu açılımın önceliği nerede? Milliyetçi düşünceleri geri planda bırakmakta.

Başbakan Erdoğan’ın yerinde olsam, bu maçı kaçırmazdım, Adana’ya gider izlerdim. Böyle bir maç Türkiye’de yılda bir ya var ya yok.

Kendi politikası açısından, hele de bugünlerde, bu maça gitmenin siyasal getirisi, milli takımın maçını izlemekten daha farklı olabilirdi.



Not:Tarihi maçla ilgili yazılanlar o kadar az ki,bulduğum bu yazıyı da görmezden gelmeyip blogda paylaşmak istedim.Yalçın Doğan'ı da "Fenerbahçe Cumhuriyeti" adlı kitaptan ve Beşiktaş kongre üyeliğinden tanıyoruz.Ayrıca son dönemin AKP muhaliflerinden biridir.

Futbola Sansür!

Türkiye Futbol Tarihi'nin en önemli olayı nedir.Hafızalarımızı yoklayalım,bakalım neler bulabiliriz.Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupa'sından başka evrensel bir başarımız yok.Eskişehir'in 70'li yıllardaki Sevilla zaferi,Gençlerbirliği'nin 2003-2004'de Uefa'da 4. tura kadar çıkmayı başarması.Denizlispor'un 2002-2003 sezonunda Lyon'u elemesi,Trabzonspor'un başarıları.Ben bunları bulabildim.Muhakkak unuttuklarım vardır.Fakat bana göre tüm bu başarıların ötesinde Livorno'nun Adana'ya sırf Demirsporlularla birlik olabilmek için gelmesi Türkiye Futbolunun en önemli olayıdır.Burda bir takımın diğerine üstünlüğü yok,elde edilecek maddi bir gelir yok(yayın geliri dahi olmadı!),Livorno'nun üstünden prestij sağlayabileceği bir alan bile yok!İki kulübün sağ duyulu yöneticileri ve taraftarların bir araya gelmesinden öte hiç bir şey yok ortada.Öyleyse TRT veya Ntv'nin bu maçı yayınlamaktan vazgeçmesi niye?Böyle bir maçtan sonra bir kaç gazete dışında çoğu gazetede bir küpür olsa dahi haber bulamamak niye?Sansür Türkiye'de hayatın her alanında olduğu gibi futbolda da ağırlığını hissettiriyor.Sahaya asılacak her pankartın gözden geçirilmesi ve huzursuzluk yaratabilecek olan/olmayan ayrımı yapılması da bunun bir göstergesi.Pankart açma,toplumsal olaylara tepkini dile getirme,futbol tarihinin en ilginç takımlarından biri olan Livorno'yu kendi memleketine gelmişken izleyeme...Öte yanda ise lobiler,ali kıranlar,baş kesenler,kendinde hakemi dövme hakkı görenler,komplo teorileri...Livorno'ya Türk futbolunun geleceği hakkında turnusol kağıdı görevi gördüğü için teşekkürü borç bilirim...

Not:Emre'nin Che dövmesi olsaydı yine bu kadar sahip çıkar mıydık ona?Hakemi itebilir miydi?Her oyuncuyla istediği an tartışabilme hakkını görür müydü kendinde?Ya da formsuz olsa da her daim milli takımda görebilir miydik?Doğrusu,milli takımda görebilir miydik kendisini?

Manchester'ın Underrated Oyuncuları No:1 John O'Shea


“Kimse ondan Gary Neville gibi sağbek oynamasını beklemiyor ama çok genç ve hırslı olması nedeniyle mücadele beklentimiz üst duzeyde. O da zaten buna yeteri kadar karşılık veriyor.”

Yukarıdaki sözler belki de dünyanın oyuncu yönetimi konusunda en iyisi olan Sir Alex Ferguson’a ait.Ferguson’un hakkında konuştuğu isim ise John Francis O’Shea.Ferguson’un bu sözleri ne zaman söylediğini bilmiyorum ama tahminim O’Shea’nin Manchester’a döndükten sonra düzenli olarak forma giymeye başladığı 2002-2003 sezonunda söylenmiş olabileceği yönünde.O günden bu güne neredeyse 8 sene geçmiş ve O’Shea hala senede en az 30 maça ilk 11 de çıkıyor.Yani Manchester’ın önemli bir parçası diyebiliriz.Evet Ferguson haklıydı.İlk başta kimse ondan Garry Neville olmasını beklemiyordu.Ama bugün gelinen noktada o Manchester’ın her daim göreve hazır jokeri konumunda ve son 3-4 sezonluk formunu düşündüğümüzde Garry Neville’i geride bırakmış durumda bile diyebiliriz.

İrlandalılar Premier Lig’in en büyük renklerinden biri.İrlandalı oyuncuların neredeyse tek piyasası İngiltere.İngiltere dışında başka bir ülkede ne isteniyorlar ne de başarılı olabiliyorlar.Bunun örneklerini en fiyakalı döneminde başarısız bir İnter serüveni geçiren Robbie Keane’de gördük.Ya da uzun süre sakat olmasına rağmen Espanol’da tüm sene neredeyse maç oynamayan Limerickli Steve Finnan’da...Anlatmak istediğim İrlandalıların Premier Lig,Championship veya İskoçya dışında gidecek pek bir yerlerinin olmaması dolayısıyla,belki de her zaman sahanın en çok koşan,en çok çalışan isimleri olması.Yıllarca buhranlarla,açlıkla büyümüş bir halkın futbolcu profilinin çalışkan,hırslı ve savaşçı olması pek şaşırtıcı olmamalı.Böyle olmasaydı mücadele düzeyi en yüksek lig dediğimiz Premier Lig’in hemen her takımında İrlandalılar yer alır mıydı?Tabii ki,yüz yıllardır yan yana yaşamalarının verdiği tanışıklık bu seçimlerde etkili olmuştur.Fakat dediğim gibi İrlandalılar her zaman Premier Lig için istenen tempoya en çabuk ayak uyduranlardan olmuşlardır.John O’Shea’de onlardan biri,yani Shay Given,Damien Duff ve Richard Dunne gibilerinden.Hatta Shane Long ve Kovin Doyle'u da ekleyebiliriz listeye.

1981’de İrlanda Waterford’da doğmuş O’Shea.17 yaşında ilk kez Manchester forması giymiş.Ardından 2000 ve 2001’i sırasıyla Bournemouth ve Royal Antwerp’de kiralık olarak geçirdikten sonra 2002’de Manchester’a geri dönmüş.Sonrasında -"di" li geçmiş zamana geçiyoruz.Zaten asıl hikaye bundan sonra başlıyor.O’Shea Ada’ya döndükten sonra önce 2003-2004’te Rio Ferdinand’ın sakatlığında stoperde,ardından Ferdinand’ın dönüşünden sonra Ferguson'un ondan vazgeçmemesi üzerine sırasıyla sağ bek,sol bek ve hatta defansif ortasaha olarak görev yaptı ve çok kısa sürede tam anlamıyla çok yönlü bir futbolcu olmayı başardı.Yetenekleri itibariyle ortalama bir futbolcu olsa da,Old Trafford’da kimse onun adını dakikalarca bağırmasa da o en zor olanı,Manchester gibi bir takımın bir parçası olmayı başardı.Zaten Ferguson’un en iyi olduğu konu da bu herhalde.O’Shea,Fletcher,Wes Brown,eskilerden Nicky Butt,Solskjaer yetenekleri tartışmasız olsa da form grafiği konusunda C.Ronaldo,Anderson,Nani…Bu isimlerin hepsini her an oynamaya hazır halde tutan,üstelik formlarını en azından vasatın üstünde tutan isim Ferguson’dur.Ve Manchester bugün o yüzden bu Manchester’dır.Bu dizi hakettiği değeri alamamış oyuncular dizisi olsa da bu değeri vermeyen Ferguson değil,taraftarlar,spor basını ya da en kısa deyişle kamuoyudur.O’Shea’nin yıllarca Manchester forması giyebilmesi şans mıdır,karakterli futbol yapısı mıdır yoksa Ferguson mudur?Herkes kendi kararını vermekte özgür fakat değişmeyen tek şey O’Shea’nin hala Manchester’ın önemli bir parçası olduğu gerçeğidir.

1 Eyl 2009

Mola


Haziran ayında yazmaya başladım.Blog okuyucularına ve futbol severlere tam olarak ulaşamadım.Bunda benim de üşengeçliğim ve ağır davranmamın etkisi oldu.Neyse bir haftalığına tatile çıkıyorum dönüşte biraz daha sık yazmaya çalışacağım.Tabii bu arada az da olsa başından beri bu sayfayı açan,okuyan okuyuculara teşekkürler.

Okuma Listesi #1 --- Sıcağıyla,Acısıyla Adana Futbolu


İletişim Yayınları futbol konusunda şüphesiz ülkenin en iyi çalışanı. Bunda heralde en büyük katkı Tanıl Bora'nındır. Son yıllarda futbol kültürü üzerine bir de İthaki Yayınları çalışıyor. Neyse, netice itibariyle pek parlak sayılamayacak ülkemiz futbol kitaplığı çok nadide bir eser kazanmıştır. Yavuz Yıldırım ve Mustafa Uçar'ın derlediği Adana Futbolu kendilerinin de belirttiği gibi Adana'nın üstündeki ölü toprağını atmak amacıyla hazırlanmış, bu anlamda eski günlerin efsanevi anlarını, olaylarını birbirinden değerli insanlara yazdırmışlar. Üstelik Demirspor'un "Yenilmez Armada" sı su topu ve yüzme takımından bahsederek, o takımın unutulmaz karakterlerine de yer ayırarak Demirspor'un Türk Spor Tarihi'ne damga vurduğu her tarihin altını çizmiş oluyorlar.


Özetle çok önemli bir çalışma olmuş. İstisnasız herkes çok güzel ve gerekli şeyler paylaşmış. Ruhi Polisci, Turgay Renklikurt, Güntekin Onay, Feridun Düzağaç, Coşkun Özarı, Metin Yıldız, Metin Gören, Ali Hoşfikirer ve daha niceleri...Mutlaka edinilmeli.