30 Tem 2011

Juan Emmanuel Culio


Terim'in yeni sezonda ona ihtiyacı olmayacak büyük ihtimalle. Fırsat bulduğunda elinden gelenin en iyisini yapacağına inansam da, bu, Terim için hiç önemli olmayabilir. Zaten Terim ile ilgili saha içi endişelerimin en önemli noktası da burada ortaya çıkıyor. Bazen, ağzınla kuş tutsan da sırf tipini beğenmediği için seni kesebilir Terim. Aksi de geçerli tabii. Saha içi ve saha dışı prenslerinin ise pek bir şey yapmasına gerek yoktur çoğu zaman.

Aslında bu yazı tamamiyle Culio'ya teşekkür yazısı olarak tasarlanmıştı. Geçtiğimiz sezonun en güzel şeyine bir teşekkür. Evet bu konuda pek itiraz olacağını sanmıyorum. Geçtiğimiz sezon başımıza gelen en iyi şey Culio'ydu. Üstelik, bana kalırsa yeniden oluşturulacağı söylenegelen 200 ruhununun oluşturulması sürecinde de çok önemli rol oynayabilirdi. Daha doğrusu ben kafamda Culio'yu hep o resmin içine yerleştirmiştim.

Culio'da beni şaşırtan en önemli özelliklerden biri de, ilk günden itibaren takıma alışmış olmasıydı. Hagi'nin bir yansımasıydı belki de (yetenek açısından söylemiyorum) saha içinde ne yapılması gerekiyorsa yaptı ve kenara çekildi. Tökezlemek üzere (belki de çoktan tökezlemiş) olan bir takımın düşmemesi için devre arasında gelmiş ve elinden geleni yapmıştı. Sıra yeniden yürümeye ve belki de koşmaya başlayacak olan aynı takımda yer almaya gelmişti ki önceleri rotasyonda yer bulacağına inandığım Arjantinli, giderek gözden düşmeye başladı. Halihazırda şişkin olan orta alana (Selçuk, Ceyhun, Melo, Ayhan, Sabri, Yekta, Culio) istenilen transferin de gerçekleşeceğini düşünürsek, Culio'nu gerek yabancı kontenjanına gerekse de yeni transferlerin heyecanına takılarak, sezonun çoğunu en iyi ihtimalle kulübede geçireceğini söyleyebiliriz.

En fazla 5-6 kez canlı izledim Culio'yu. Bana hep çok çalışkan ve skor üretebilen iyi bir sol iç imajı verdi. Bir de topu saklarken kalçasını çok iyi kullanırdı ki kalçasını kararınca kullanmayı bilen topçular gözümde ayrı bir klasmandadır. Bitirirken; o topu kontrol etmeden kaleye sokabilen bir sol ayak, o'nun onda biri olsa bile, çok büyük bir futbolcudur.

29 Tem 2011

"Netti Lan Bu Romantikler Size?"


İzninizle Sırrı Süreyya'dan ödünç alarak "netti lan bu romantikler size?" diye bodoslama girmek istiyorum konuya. Zira böylesi bir konuya girizgah yapmak, duygularımı haklı çıkarmak için gösterdiğim çabayı yansıtır nitelikte olacak. Oysa hissettiklerimi neden hissettiğimi açıklamak zorunda olmadığımı biliyorum.

Öyleyse gelelim konumuza. Bir kez daha soralım önce: "Netti lan bu romantikler size?", özellikle twitterdan sonra neredeyse tamamen çekildik bu işten, ayda bir belki yazarız. Onlar da taşanlardır. Onu da yazmasak olmaz anlayacağınız. Bloglardaki paylaşım serüvenimiz içimizden gelenlerin yönlendirmesiyle zamansız, aniden ortaya çıkar ve biter. O andan sonra ne bir transfer haberi ne bir maç analizi... Yani ortada diyelim ki bir pasta var. Lan bu pasta zaten kremasına kadar sizin. O zaman oturun pastanızı keyfinizce bölüşün. Benim amacım sadece Galatasaray'ım ile Liverpool'umu bir arada izleyebilmek. Tıpkı geçtiğimiz senelerde Adanademirspor'la Livorno'yu birlikte selamladığımız gibi, futbolun güzel yüzlerinden ikisini temsil ettiğine inandığım, ikisine de büyük aşk beslediğim (Galatasaraylılığımın diğer herşeyden önemli olduğunu ne söylemek ne de ispatlamak zorundayım) Galatasaray ve Liverpool'u tek stattan, şarkılarla izleyebilmek. İyi anlıyor musunuz? Başka hiçbir niyetim(iz) yok. Ne Galatasaray'ın büyüklüğünü tartışmaya açıyoruz ne de hainlik yapıp Galatasaray'a karşı "yabancı" bir takımı destekliyoruz. Tek amacımız, Galatasaray formasının üstüne Liverpool atkısıyla maç izleyebilmek. Üstelik bu bir hazırlık maçı. Yani ortam bu tür şeyler için çok müsait. Bu sizi neden rahatsız ediyor? Neden "kardeşlik masalları", "Anfield'da yapın da görelim", " sözde endüstriyel futbol karşıtları" gibi salaklıklarla içindeki faşisti harekete geçiriyorsunuz?.

Daha bugün Yılmaz Özdil yazdı. Kendi nesli, bir başkasının nesline çok iyi davranıyormuş. Oysa diğer nesil kendi nesline hiç öyle yaparmıymış. Bütün şikayeti bu.

Siz de aynı Yılmaz Özdil gibisiniz. "Anfield'da yap da görelim" derken bu işi Anfield'da yapamayacak olmanın sıkıntısından çok TT Arena'da da yaptırmayacak olmanın keyfini sürüyorsunuz. Yani neresinden bakarsan bak düşmanlık yapıyorsunuz. Sizin suçunuz da değil. Sizden önce zaten bu yeşil saha her türlü pisliği yüksek estetiğinin arkasına gizlemişti. Siz de buna alışmışsınız o kadar. Eminim kıl oluyorsun(sizlerden biri) "futbol asla sadece futbol değildir" lafına. Sana göre fubol sadece futbol olmalı. Oysa futbolu sadece futbol yapmayan bizatihi senin "Anfield'da yapın da görelim" tarzı serzenişlerindir.

Bugün futbol bloglarının yüzde sekseni bir hazırlık maçının iki sayfalık "analizini" yapacak. Ona yüzlerce yorum eklenecek, mevcut Galatasaray büyüklüğü biraz da Fatih Terim büyüklüğü olduğu için Terim övülecek, ne takım yarattı denilecek ve mutlu mesut Galatasaray'ın Liverpool'a nasıl da koyduğu konuşulacak. En başa dönersek bu bir hazırlık maçı. Ve benim bildiğim Galatasaraylılık egosu Galatasaraylılık büyüklüğünden küçüktür.

Sen bildiğini sayfalarca yaz-çiz. Ben yakışık almaz diye "Galatasaray büyüklüğü" adı altında doğru bildiğimden vazgeçeyim öyle mi? O zaman son kez sorayım: "Netti lan bu romantikler size?".

23 Tem 2011

Bertolt Brecht - Beş Paralık Roman



Aslında ilk olarak Oda Yayınları tarafından, "Üç Kuruşluk Roman" adıyla yayımlananını okumuştum. O zaman da çok büyük keyif almıştım. Pardon, düzeltiyorum, acı çekmiştim diyelim. Çünkü Brecht'in herhangi bir metininden dahi keyif alabilmek, yalnız vicdan terazisi bir daha düzeltilemez şekilde ayarından çıkan insanlar için geçerli olabilir ancak.

Walter Benjamin'in de dediği gibi "Brecht, içinde yaşadığımız koşulları hukuki kavramlar örtüsünden soyar. Böylece bu koşulların insani içerikleri, gelecek kuşaklara aktarılacak biçimde çırılçıplak ortaya çıkar.(...) Satirist için, yurttaşına ayna karşısında çıplaklığını seyrettirmek yeterlidir. İşi bundan öteye geçmez.". Yergi dediğimizde, taşlama dediğimizde; aklımıza bu sanatın icracıları olarak Müjdat Gezen ya da Levent Kırca geliyorsa eyvallah. O zaman "güldürebilen" bir satirizmden söz edebiliriz. Yok, Brecht'in satirizminden söz ediyorsak gülebilemeyiz, utanırız. Benjamin'in üstteki alıntısından yola çıkarak, sözgelimi çıplaklığımızdan utanmamamız gerekir tabii. Ve fakat çıplaklığımıza gülemeyiz de. Eğlenceli bir şey sanıp çıplaklığımızdan keyif alamayız. İşte çıplaklığımızdan ne kadar keyif alabiliyorsak Brecht'in yazdıklarından da o kadar keyif alabiliriz. Gerisi hep acıdır. Kendinizin ya da bir başkasının yarası beresi. İnsandan bahsediyorsak muhakkak ki bir de yarası olacak, belki birden fazla. İşte hepsini Brecht'in tuttuğu aynada görüyoruz. Ne kadar sahici olmasını istersek o kadar acı verir. Brecht çok iyi acı verir.

Üç Kuruşluk Roman, Üç Kuruşluk Opera'dan sekiz yıl sonra dönüşmüş, roman olmuştur. Sanırım Türkiye ilk olarak Üç Kuruşluk Roman olarak tanıdı kitabı. 2011'de İletişim, Sevgi Soysal çevirisiyle Beş Paralık Roman adıyla bastı. Brecht'i bir de Sevgi Soysal'ın dilinden okumak için aldım kitabı.

Mekan Londra, İngiltere Güney Afrika'da savaşta. Tommy'lerin savaşa taşınması lazım. Tommy'lerin savaşa nasıl taşınacağı Tommy'lerden çok kodamanların ensesini kaşındırıyor tabii. Dönemin ünlü bir komisyoncusu da aynı hassasiyete sahip, ekliyor: "Her zaman söylerim, hep savaş açmalı, o zaman iş olanakları sonsuz gelişiyor, o zaman yeni hırsızlar gün ışığına çıkıyor. Beklenmeyen sömürülmesi gereken güdüler! Sermayesiz ticaret bile yapılabilir böyle zamanlarda. Harika bir şey!". Bir kez daha görülebileceği gibi, ne kadar çok Tommy kol-bacak kaybederse o kadar çok iş alanı açılacaktır. Sistemin kusursuzluğu her seferinde kendini bir adım daha meşru bir zemine iter ve her adımda düşmanı yeneceğine olan inancı artarken insanoğlunun, bir alay Tommy daha denizin yolunu tutar. Umut arttıkça ölümler artar. Annelerin feryatları hiç dinmesin, dinmesin ki sömürülmedik tek bir alan kalmasın diye beklenir. Hepsi de tutar. Savaş aslında iki ülke arasında değildir. Ülkenin kendi savaşıdır. Birileri ölür diğerleri çıkar. Savaşa konu ikinci ülke bir yanılsamadan ibarettir. Sen o zahiri görüntüye çarpıp kafanı gözünü yardıkça üstüne bahis oynayanlar kazanır. Üstalik sen de, her seferinde aslında olmayan bir düşmana zarar verdiğini düşünerek bir dahaki sefer daha hızlı vurursun kendini o sanal duvara.

Ferhan Şensoy'un Üç Kurşunluk Opera'sında karanlık bir adam olan Mahmut Abi sıkı Kemalisttir. Atatürk'e laf edeni vurur. Normal yaşantısında ise sakat bırakma konusunda ihtisas yapmıştır. Brecht'in Beş Paralık Roman'ında ise savaşın sürmesini isteyenler sıkı vatanperverdirler. Vatanlarını o kadar severler ki, yeni bir tabur Tommy'i Güney Afrika'ya götürmek için can atarlar. Bu uğurda ihalelere fesat karıştırırlar, birbirlerinin canına kast ederler. Yeter ki gemi yetişsin, bir tabur Tommy daha savaşa gitsin.

Savaşın bilançosunu basit bir aritmetik hesabından ibaret görenlere tek tavsiyem olabilir Brecht. Üstelik sözünü ettiğimiz romanda savaş, asıl olaylara eşlik eden bir arka plandan başka bir şey değildir.