31 Oca 2010

Nani-Park-Carrick...


Bu üç isim bugünkü maçın kilit isimleri oldular...Nani kariyerinin en iyi dönemini yaşıyor zaten şu sıra...Park sakatlığından sonra yeni yeni forma şansı bulmaya başlamıştı ama hiç bu kadar formda olmamıştı daha önce.Carrick de son 3 maçtır sürekli maça damgasını vuran isimlerin başında geliyor.Bugünde,United'ın topla hızla çıkmasında en etkili isim belki de stoperlerden sonra sahanın en yavaş ismi olan Carrick idi(bu bir "total futbol" iğnelemesidir.).Bu akşamı Wenger cephesinden değerlendirecek olursak da,değişen bir şey yok...Sürekli iniş-çıkış yaşayan bir form grafiği,tam liderlik geldi derken üst üste kaybedilen puanlar...

Ferguson'u ligin çoğu maçında ileride 2 forvet oynatırken gördük.Ancak son maçlarda Park'ın ve Nani'nin yükselen formu onları Rooney'in etrafında konumlandırmaya,arka bölgede de rakibin boşluk bulmaması için Fletcher-Carrick-Scholes üçlüsünü orta sahada kullanmaya zorladı bir anlamda Ferguson'u ancak tabii ki an itibariyle bu sistemden şikayetçi olacak kimse yoktur heralde.

En iyi dönemini yaşayan bir Nani,ligde 22 gole ulaşmış bir Rooney,formda bir Park ve belki de ligin en olgun orta üçlüsü...Manchester'in ligin sonuna kadar şampiyonluk savaşının içinde yer alacağının göstergesi gibi adeta.


Arsenal-Manchester United:1-3

30 Oca 2010

Fletcher-Scholes-Carrick Orta Sahasının Büyüsü ya da Wenger'in Fletcher Korkusu


Manchester United yarın Emirates'e gidecek...Ferguson'a göre yarın akşam Manchester açısından sezonun en önemli maçı oynanacak.İki takımın da oynadıkları maç sayısı eşit,puanlarda ise Manchester'in 1 puan fazlası var.Bunun dışında,Manchester son lig maçında Hull'a 4 gol birden atarken,Arsenal Hull'dan çok daha iyi bir durumda olan Villa ile 0-0 berabere kaldı.

Bunlar maçın önemini anlatmak için verilmiş bilgiler.Bu bilgilerin ötesinde,yarın akşamki maçın rekabetini kızıştıran en önemli etken,araları zaten pek iyi olmayan iki hocanın maç öncesi demeçleriydi...Ferguson henüz hafta içi Manchester City'e karşı Rooney'nin arkasında Fletcher-Scholes-Carrick üçlüsünü kullanmış(ki üçünü birlikte kullanmak pek adeti değildir.) ve belki de tamamen bu hamlesi sayesinde turu United'a getirmişti.O gün,Scholes ve Carrick birer gol atmış Fletcher ise Carrick'in golünün hazırlayıcısı olmuştu...Zaten halihazırda,başlı başına bir tartışma konusu olabilecek potansiyele sahip oyuncular Carrick veya Fletcher(Scholes'u burada yaşı ve tecrübesi sebebiyle tartışmanın dışında bırakmayı doğru buluyorum).Fletcher'ın 16 yaşından beri United altyapısında olduğunu ve o günden beri Ferguson'un "prens"lerinden biri olduğunu biliyoruz.Aynı şekilde,Ferguson Carrick içinde göünü karartmış ve yanılmıyorsam onu getirebilmek için Tottenham'a 17 milyon pound gibi bir bedel ödemişti.Carrick geldiği günden beri sorgulanır,tartışılır oldu sürekli.Hatta,Türkiye'den bakacak olursak;Güntekin Onay'ın dahi Carrick hakkında,17 milyonluk bir adam olmadığı,yalnızca topu sağdan alıp-sola aktarmak gibi basit,işlevsiz işler yaptığı yönündeki yorumlarını çok net hatırlıyorum ki Güntekin Onay bildiğiniz gibi,bir pozitif futbol aşığıdır.Bu yüzden,bu tip oyuncuların Manchester United gibi büyük takımların bürünmesi gereken oyun anlayışına ters düştüğüne inanmaktadır.Ancak burada,daha önce de tartıştığım,"pozitif futbol","total futbol" gibi kavramların aslında neye işaret ettiğini iyi tahlil etmenin önemi ortaya çıkmaktadır.Yani,Carrick'in tüm oyun vizyonunu,oyunun akışını ters-düz eden "diagonal" paslarını,sakin ,güçlü oyun yapısını sırf Iniesta'nınki gibi yeteneklerle donanmadığı için kaldırıp çöpe atmak kuşkusuz ne total futbola ne de bizlere bir şey kazandırmayacaktır.Tam burada,asıl tartışmaya geçmeden önce,ne yazık ki ülkemizde "total veya pozitif" futbol kavramlarının gerekli altyapıdan yoksun olduğunu söylemek gerekir diye düşünüyorum.Türkiye sınırları içerisinde,total futbol,pozitif futbol kesinlikle bir masaldan,bir efsaneden öte bir şey değildir.Yoksa herkesin ağzında bu kadar şekil değiştiremezdi kuşkusuz...

Kendi ülkemizde süregelen bu saplantının ötesinde,total futbol ve onun ekseninde ortaya çıkan "anti-futbol" kavramının da tartışılır olduğunu gördük Arsene Wenger sayesinde.Wenger yarınki büyük maç öncesi "anti futbol" eleştirisini Manchester United üzerinden,Fletcher özelinde yapmış durumda.Ona göre Fletcher,rakibin pas trafiğini engellemeye yönelik,çirkin-kaba müdahelelerde bulunan ve oyunun kalitesi açısından büyük bir takoz görevi görmekte imiş.Bu noktada,Wenger'in kendi kadrosuna bakmadan,rakiplerinin mevcut olanaklarıyla ilgili tespit veya eleştirilerini Stoke City'nin taç atışlarına yönelik kışkırtıcı ve yıkıcı yorumlarıyla örneklendirebiliriz(Stoke City hakkındaki yorumunun üstünden çok geçmeden,Stoke karşısında taç atışından bir gol yediğini ve maçı 3-1 kaybettiğini belirtelim.).Yani,Wenger'in 15-16 yaşlarındaki safi yetenekleri,milyonlarca paralarla,çeşitli ülkelerden getirip oluşturduğu haksız rekabet yeri geldiğinde daha çok bir idealizm,taktiksel deha olarak adlandırılıyor ama 31 yaşındaki,teknik kapasitesi gayet sınırlı fakat uzun taç atışları atabilen bir oyuncuyu kırk yılın başıneda gelebilecek bir gol için sahada tutmak çaresizliği "anti futbol" olarak nitelendirilebiliyor.Wenger'in son yıllardaki yontulmamış,süzgeçten geçirilmemiş,karşısındakini provoke etmekten başka bir amaç taşımayan yorumları veya eleştirilerini yıllardır beklediği başarının bir türlü gelmemesinin verdiği strese bağlamak istiyorum yoksa durum çok daha vahimdir,pek yakında ikinci bir Mourinho'muz olacak demektir.

Wenger'in Fletcher hakkındaki "tespitleri" Ferguson'u kızdırmış olacak ki hemen Fletcher'ın meziyetlerini saymaya başlamış.Halbuki,sistemimin sürekli işler hale gelmesi için kullandığım bir figür dese çok daha makul olabilirdi.Çünkü Fletcher gibi bir oyuncunun,bir "anti-futbol" temsilcisi haline gelmesine izin vermek en baştan yanlıştır.Öncelikle Fabregas'ı tamamen ayrı bir yerde tutarak,Diaby'nin de gelişimini bu düzeyde devam ettireceğini düşünürsek,henüz Arsenal orta sahasında topa Fletcher kadar çabuk basabilen,başarılı müdaheleler yapabilen,topu saklayabilen,sanılanın aksine başarılı bir şekilde taşıyabilen ve nihayet hemen her pasında isabet elde edebilen bir oyuncu olmadığını görebiliriz.Eğer burada,sorun Fletcher'ın göze hoş gelen yeteneklerden yoksun olduğu konusu ise tartışma anlamsız bir hal alacaktır.Çünkü,Fabregas,Iniesta,Gerrard gibi isimlerin dışında,orta sahanın göbeğinde çok yetenekli futbolculara sahip olduğumuz veya olmamız gerektiği düşüncesi tam bir safsatadır.Wenger'in ısrarla uyguladığı,bol paslı,bol ataklı,tekniksel kapasite ile doğrudan bağlantılı oyun yapısını takdir ediyorum ancak Ferguson'un yıllarca uğraş verdiği ve nihayetinde bu sezon Ronaldo'nun da gidişiyle daha görünür bir hal alan,orta sahayı Scholes-Carrick-Fletcher gibi mental yönü kuvvetli isimlerle kontrol altına alma düşüncesine yönelik eleştirilerini anlamsız buluyorum.Sonuç olarak,Frguson ve Wenger'in orta sahada kontrolü ele almak için kullandıkları yöntemler farklıdır biri tekniği kullanarak oyunun hakimiyetini ele almak isterken,öteki mental özellikleri kuvvetli,güçlü futbolcularla oyunu kontrol altına almak istemektedir.

Yazıyı bitirirken ,ön liberoların ya da orta saha futbolcularının işe yaramaz,yetenek fakiri futbolcular olarak görülmelerine karşın Maradona'dan örnek vermek yararlı olacaktır diye düşünüyorum.Maradona küçükken en çok oynamak istediği mevkiinin libero mevkii olduğunu çünkü sahanın tümüne hakim olduğunuzu ve oyunu sizin yönlendirebildiğinizi söylemiş.Ancak zamanla kendisinin o mevkide oynayamayacak kadar teknik olduğunu ve bir anlamda da oyunu geriden kurma ve okuma konusunda eksik olduğunu farkettiğinden hücumda oynamaya başlamış.O zamanın liberosunun yükümlülüklerinin değişerek günümüz ön liberolarına geçtiğini düşünürsek,Fletcher,Carrick ve Scholes gibi isimlerin oyun içinde oynadığı rol çok daha açıkça ortaya çıkacaktır.Oyunu okuyabilme,yönetebilme,topu doğru yerlere aktarabilme meziyetleri ciddi bir vizyon gerektirir ve Ferguson bu vizyonda tam 3 oyuncuya sahiptir eğer bunları kullanmak bir "anti-futbol" aracıysa,rahatlıkla bir anti-futbolist olduğumu söyleyebilirim.

27 Oca 2010

Ada'dan Son Gelişmeler


*Gudjohnsen,Romario,Ronaldo ve Kezman gibi yıldızları parlatıp futbol piyasasına süren PSV Eindhoven ekolünün son temsilcilerindendi...Bu anlamda,Eindhoven fabrikasının son ürünü olan ve geleceğinin öncüllerinden farklı olmayacağı düşünülen 20'lik Brezilyalı Jonathan Reis geçen günlerde kanında uyuşturucu madde bulunduğu gerekçesiyle kulüpten gönderimişti.Eindhoven'li yetkililer Reis'in giderek zayıfladığını ve kamplara katılmadığını söylemişler.Böylelikle Kezman fiyaskosuyla zayıflayan PSV efsanesinin Reis'in de yok oluşuyla tamamiyle son bulduğunu söyleyebiliriz.Bu arada geçen sezon transferin son günlerinde Monaco'ya geçen Gudjohnsen yeniden Ada'nın yolunu tutacakmış.31 yaşındaki İzlandalıyı Redknapp ve Zola'nın istediği biliniyor.Gudjohnsen ise Chelsea yıllarında birlikte oynadığı Zola'nın takımı West Ham'a daha yakın.Muhtemelen ilerleyen günlerde onu West Ham formasıyla izleyeceğiz.Zaten Premier League'de kendini kabul ettirebilmiş bir isim.Bu yüzden,Carlton Cole'nin olmadığı ve Parker'in olası transferinden sonra orta sahada veya hücumda etkili bir alternatif olacaktır.

*İkinci haber Christopher Smalling ile ilgili...Genç stoper bu sene ilk kez Chelsea karşısında Premier League'ye çıkmıştı ve beklenen tüm "debut"lardan çok daha iyisini sergiledi o gün.Smalling'in performansı Ferguson'un gözünden kaçmamış olacak ki genç stoperi önümüzdeki sene United forması altında izleyeceğimiz haberleri ortaya çıktı.Transfer 7 milyon pound karşılığında gerçekleşmiş.Smalling potansiyelinde biri için az bile sayılır.United bir kez daha çok faydalı bir transfer yapmış durumda.Özellikle bu sene savunmada yaşadığı sakatlıkları düşündüğümüzde(Kimi zaman Fletcher sağ bek,Carrick stoper oynamak zorunda kalmıştı) Smalling'in Manchester için ne denli yararlı olacağını anlayabiliriz.Bir de,sık sakatlanan Ferguson,İspanya'ya gideceği konuşulan Vidic gibi isimlerin yokluğu düşünülürse bu sene gerçek anlamda parlayan iki genç stoper Evans ve Smalling'in oluşturacağı tandem,yaşından daha olgun futbol oynayan iki stoperi izlemek için iyi bir fırsat olacaktır.

*Owen Coyle Burnley'den Bolton'a geçmişti bilindiği gibi.Gelişinin etkisi hemen hissedilmeye başlandı.Dün ise Reebok Stadium'da Bolton-Burnley karşılaşması vardı.Coyle yeni takımıyla eski takımı Burnley karşısında 1988 doğumlu Lee Chung Young'un golüyle 1-0'lık bir galibiyet aldı.Bu galibiyetle Bolton Burnley'in üstüne çıktı ve 15.liğe kadar yükseldi.Burnley'de ise kötü gidiş devam ediyor...

*Her Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası'ndan önce aynı mırıltılar yükseliyor.Milli takım hocaları yedek kulübesinde kalan oyuncuları Milli Takımlara almayacaklarını söylüyor ve bu anlamda ulusal takımların hocaları transfer katalizörü olarak yer almaya başladı transfer piyasalarında.Bu transferlerin sonuncusu Senderos'la gerçekleşti.Ottma Hitzfeld İsviçre Milli Takımı'nda kendi kulübünde yedek kalan oyuncuları kullanmayacağını söyleyince,Moyes'in de stoper mevkiine geçici çözüm araması üzerine Senderos sezonun geri kalanını Everton'da geçirmeye karar verdi.Zaten Senderos'da Everton'a transferinde milli takımda oynama güdüsünün etkili olduğunu itiraf etmiş.Senderos her zaman için iyi bir geçici çözümdür.Moyes'in yönetimi altında kendisi hakkında oluşan olumsuz imajı yok etme açısından çok ciddi bir şans yakalamış bulunuyor.Umarım hem Everton'un hem de Senderos'un gelişimine olumlu katkıda bulunur bu transfer.

*Everton'da Tim Howard'ın hiç bir zaman tam olarak güven veren bir kaleci konumunda olmadığını biliyoruz.Howard'ın çok ciddi bir tehlike teşkil etmediğini fakat yine de çok başarılı olmadığını düşünüyorum.Moyes'de böyle düşünmüş olacak ki Slovak Milli Takımı'nın da kalesini koruyan Legia Warsaw'lı Jan Mucha ile önümüzdeki sezon için anlaşmış.Tabii transferin bedelsiz olarak gerçekleşeceğini bildirmek gerekir.ira Mucha'nın sözleşmesi bu sezon sonunda bitiyor.Bunun yanında bu sezon sözleşmesi bitecek younculardan Jermaine Beckford'un da sezon sonu Everton'a katılacağı söylentileri mevcut.Beckford Leeds forması altında önce Manchester United'a ardından da Tottenham'a gol atmayı başararak dikkatleri çekmişti.

22 Oca 2010

Ruhundan Tramvay Geçen Adam


Ferhan Şensoy'un son oyunu...Prömiyeri 14 Ocak'ta yapıldı.17'sinde,sanıyorum ikinci gösteriminde izleme fırsatı buldum.Ferhan Şensoy'un son oyunu ve "İçinden Tramvay Geçen Şarkı" nın kahramanı Karl Valentin'in maceralarına devam etmesi gibi,oyunu rahatlıkla izlenebilir kılan etmenlere rağmen salonun neredeyse yarısının boş olması düşündürücüydü.Onun dışında her şey gayet iyiydi.

Kısaca gözüme takılanları paylaşacağım çünkü iyi bir oyun izleyicisi olmadığımdan nasıl bir eleştiri yazabileceğim konusunda herhangi bir fikrim yok.Belli tiyatroların oyunlarını fırsat buldukça takip etmeye çalışıyorum o kadar.Paşa gönül kriterlerine göre oyunu ilgi çekici yapan detaylar ise kısaca şunlardı:Öncelikle,oyunun akışında yer yer bir film izler gibi bulabiliyorsunuz kendinizi.Bunda Şensoy'un kurgusunun çok başarılı olmasının ve iyi yazılmış senaryosunun büyük etkisi oluyor.Ayrıca Grup Gündoğarken'in yumuşak ve içli şarkıları da sizi çabucak oyunun içine çekebiliyor ve sahne sanatlarının iyi kullanılmış müziklerle tamamen farklı bir kimliğe bürünebileceğini görebiliyorsunuz.Herşeyin ötesinde,Ali Çatalbaş ve Ferhan Şensoy'un oyunculukları yine çok farklı bir yerde duruyor.Şensoy hakkında zaten bir söz edemeyiz ama Ali Çatalbaş'ı da bir kere dahi "vasat" bir performans sergilerken izlediğimi hatırlamıyorum.

Bol esprili,ince ince örülmüş mizahi kurgusuyla ve harika anlatımıyla hem kulağımızın pasını siliyor hem de içimizde bir hoşluk bırakıyor Ruhundan Tramvay Geçen Adam.Bu arada hala Karl Valentin hakkında bilgisi olmayan biri varsa Karl Valentin ismini google'ye yazması yeterli olacaktır.Yazıyı spekülatif bir iddia ile bitiriyorum:Ferhan Şensoy şu an Türkiye'nin en iyi tiyatro icra edicisidir.Bu yargıya varılırken Şensoy'un yıllardır bitmeyen çalışma aşkı,hemen her sene hepsi belli bir standartın üstünde oyun yazabiliyor oluşu,bir tiyatrocuda olmazsa olmazı konumundaki mizah yeteneği ve Türk Tiyatrosu'nda Ortaoyuncular adlı bir ekol oluşturabilmesi gibi gerçekler göz önüne alınmıştır.


NOT:Prömiyere Şensoy'un daha sonra Pardon adıyla sinemaya da uyarladığı "Çok Tuhaf Soruşturma" adlı oyununda rol alan Tuncel Kurtiz,ustasına duyduğu derin saygıyı her fırsatta dile getiren Vedat Özdemiroğlu ve İlhan Şeşen katılmışlar.

17 Oca 2010

Transfer Değil!

Bu transfer değil de daha çok doğduğu,büyüdüğü şehrin kulübünün altyapısından yetişen bir futbolcunun kulübüne,şehrine geri dönmesi gibi...Kendisiyle tam zamanlı sözleşme imzaladık,şartlarda anlaşamadık çünkü ortada herhangi bir şart yoktu.Kendisi sağolsun boş sözleşmeye imza atarcasına bana destek olacağına dair söz verdi.

"Ninakupenda" isimli arkadaşımız istediği zaman,istediği konular hakkında karalayacak...İlk olarak,Fatih Akın'ın "Soul Kitchen"ı ile karşımızda...

Soul Kitchen


1995 senesinde çektiği, ilk kısa filmi olan “You’re the one” ile birlikte başarı basamaklarını koşarak çıkan Fatih Akın, son filmi “Soul Kitchen” ile karşımıza bu kez çok farklı bir şekilde çıkmakta. "Yaşamın Kıyısında" filminde,Almanya ve Türkiye arasında geçen hikayesinin duygu yoğunluğunu farklı olay kurgusu ile hissettiren yönetmen, yer yer siyasi olaylara el atmış ancak en önemlisi,insan ilişkilerinin farklı biçimlerini çok başarılı bir şekilde işlemişti. Ayrıca Duvara Karşı filminde kimlik arayışını ve bu arayışın insan üzerindeki etkilerini yine bir kadın erkek ilişkisi üzerinden işleyen Fatih Akın, son filmi Soul Kitchen’da ise tamamen farklı bir türle karşımıza çıktı. Romantik komedi diye tabir edebileceğimiz Temmuz’da filmi ile senaryosuna katkıda bulunduğu Kebab Connection filmlerinden sonra “komedi” kelimesi ile adının yanyana geldiği ilk film olan Soul Kitchen’da yönetmen, hikayesini eski filmlerinden farklı olarak tamamen esprili bir dille anlatmış. Yönetmenliğini yaptığı filmin senaryosunu ise “aynı mahallenin çocuklarıyız” diye tanıttığı arkadaşı Adam Bousdoukos ile paylaşmış. Filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda ise artık Fatih Akın filmlerinde aşina olduğumuz; Moritz Bleibtreu, Birol Ünel, Adam Bousdoukos gibi isimler gözümüze çarpıyor. Vizyona girdiği andan itibaren katıldığı her festivalde ödül alan film şimdiden Hamburg Film Festivali’nde “Art Cinema”, Venedik Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü” ve Lübeck Kuzey Ülkeler Film Festivali’nde de “Kuzey Almanya Film Ödülü” nü kazandı.

Almanya’nın Hamburg kentinde restoranı olan Zinos’un (Adam Bousdoukos) başından geçen hikayeleri aşırıya ve gösterişe kaçmadan, esprili, coşkulu bir şekilde anlatan Akın, Hamburg’un farklı kültürlere ev sahipliği yapmasına da filminde yer vermiştir.

Filmde Zinos, Hamburg’da derme çatma diye tabir edilebilcek bir restoranı olan Yunan kökenli biridir. Ne var ki bahtsız Zinos rahat bir nefes alamayacak kadar çok dertle uğraşmak zorundadır. Sevgilisinin iş sebebiyle temelli olarak Çin’e gitmesi, hapisteki abisi Illıas’ın (Moritz Bleibtreu) şartlı tahliye edilmeye hak kazanması ama, bunun için bir yerde çalışıyor gözükmesi gerektiği için kardeşi Zinos’a tabir-i caizse yamanması, iş kazası diyebileceğimiz bir sebepten belinde fıtık oluşması, vergi dairesi, sağlık bakanlığı vs... Zinos tüm bunlarla uğraşmaktan bıktığı için sevgilisinin yanına Çin’e yerleşmeye karar verir. Ancak restoranını bırakmak onun için kolay değildir çünkü restoranın her köşesi tamamı ile ona aittir ve bu da Zinos ile restoranı arasında farklı bir bağın oluşmasına sebep olmuştur .Ayrıca restoranda çalışmaya başlayan Shayn Weiss (Birol Ünel) ile birlikte bir nevi tarz değişikliğine giden restoran iyi iş yapmaya ve buna bağlı olarak çok iyi para kazanmaya başlamıştır. Olaylar bunların üzerinden şekillenirken Fatih Akın tüm bu olayları, çok samimi, esprili ve sade bir şekilde yansıtmıştır. Akın komedi yapacağım diye kesinlikle yerli yersiz espri ya da komedi yapmaya çalışmamış ve kesinlikle yerinde göndermelerde hatta iğnelemerde bulunmuştur. Vergi Dairesi’ne atıfta bulunan espri seyircileri kahkahalara boğarken, müzayede salonundaki “kapitalist domuz” repliği ise gururlarımızı okşamıştı.Başladığı andan itibaren izleyicinin yüzünde bir tebessüm oluşmasına ön ayak olan film, bu temposunu sonuna kadar taşımayı iyi biliyor. Sadece göze hitap ederek bile mest etmeye yetecek donanıma sahip olan Soul Kitchen, müziklerinde de yerli yerinde ve kaliteli seçimleri ile kulağa da hitap ederek “tadından yenmez” bir hal alıyor.

Film hakkında yazarken Moritz Bleibtreu’un oyunculuğuna değinmeden olmaz. Münih doğumlu olan Moritz Soul Kitchen’ın geçtiği yer olan Hamburg’da büyümüş.Oyuncu çift Hans Brenner ve Monica Bleibtreu’un oğlu olan Moritz izlediğim diğer filmlerinde de olduğu gibi kesinlikle rolünün hakkını tam anlamıyla teslim etmiş, kusursuz bir performan sergilemiş.

Dram türünde kendisini kanıtlamış biri olarak Fatih Akın, komedi tarzında da ne kadar başarılı olduğunu bu filmiyle gösterdi. Tarzı diğer filmlerinden ne kadar farklı olsa da bütün filmlerinde ortak olan şeylerden birkaçı heralde sıradan insanları konu edinmesi ve bu insanların hikayelerini gösterişten uzak ve samimi bir şekilde işliyor olmasıdır.

Duvara Karşı filmi ile Türkiye’de 295.000, Yaşamın Kıyısında filmi ile ise 289.000 kişiye ulaşabilen Fatih Akın, Soul Kitchen ile umarım hak ettiği izleyici kitlesine ulaşabilir. Çünkü dünyaya kendisini kabul ettiren ve bunu hem aldığı ödüller ile hem de 2005 yılında Cannes’da Emir Kusturica gibi bir yönetmen ile jüride yer alarak tescilleyen Fatih Akın, Türkiye’de çok daha yüksek oranlarda izleyiciye ulaşmayı hak ediyor.

NOT: İzleyici sayıları yuvarlanarak yazılmıştır. Ayrıca filmin adı Türkçe’ye “Aşka Ruhunu Kat”olarak çevrilmiş. Acaba çeviren kişi çeviriyi filmi izlemeden mi yapmış? Çünkü filmi izleyen biri filmin isminin çeviriye ihtiyacı olmadığını pekala anlayabilir...


by ninakupenda

16 Oca 2010

Benitez Basiretsizliği


Benitez'e uygun çok sıfat aradım ama sanıyorum en uygun olanı "basiretsiz" olacaktır.Bunca zamandır Liverpool'un başında ve eminim ki kendisi de takımının bırakın bu seneyi,önümüzdeki 5yıl içinde dahi şampiyon olabileceğini düşünmüyordur.Benitez'in bu anlamda,şampiyonluğa oynayabilecek bir takım yaratmadaki basiretsizliği gayet açıktır.Hangi transfer fiyaskosunu anlatsak?Aquillani en yenisi...İki sene boyunca Voronin'e şans vermemesi,onca para saçtığı Keane'yi sezonun ortasında Tottenham'a geri göndermesi...Daha önceki yıllarda Nunez,Josemi,Kromkamp gibi anlamsız isimlerle şampiyonluğa oynayabilecek bir takım yaratabileceğini sanması...Henüz elinden çıkardığı başarısız Dossena transferi...Elindeki en kıymetli adamlardan biri olan Xabi'yi Barry uğruna gözden çıkaran,bunun sonunda Barry'yi de alamayan bir hoca.İngiltere'de yaklaşık 90 maç üst üste aynı 11'i oynatmamasıyla tarihe geçmişti.Bunca yıldır Ada'da,bırakın Moyes'i,Ferguson'u lige bu sene çıkan Birmingham'ın hocası McLeish'den bir şeyler öğrenebilmiş olsaydı,en azından istikrarlı bir takım kurmayı becerebilirdi.Benitez'in yaptıklarını ne taraftan değerlendirirsem değerlendireyim olmuyor...Dolayısıyla hakkında iyi bir şey söyleyebilmem zor.

Stoke karşısında,Britannia Stadium'a da ilgniç bir kadroyla çıktılar.Gerçi bu sefer haklı gerekçeleri vardı.Gerrard,Torres,Glen Johnson ve Benayoun sakattı.Babel'in Liverpool kariyerine artık bitti gözüyle bakabiliriz.Haliyle o da ilk 18'de yoktu.Böyle olunca sol kanatta Insua'nın önünde Aurelio'yu,sağ kanatta Carragher'in önünde Degen'i oynattı Rafa.Yani açık oyuncularının asıl mevkileri bek idi.Buna karşın,ileride sadece N'Gog'u düşünmüştü.Kuyt arkasında dolaşıyordu N'Gog'un.

Çömlekçiler(The Potteries) yine heyecanlıydı Britannia'da...Liverpool'dan puan alabileceklerinin farkındaydılar.Rafa bir yana,Pulis'de bildiğimiz Pulis'ti.Defans dörtlüsünün kanatları dahi stoperden bozma isimlerden oluşuyordu ve oyun anlayışı başta Delap'ın taçları olmak üzere,duran toplara dayalıydı.Delap oyunun ilk bölümlerinde sakatlanıp yerini Lawrence'ye bırakınca topu biraz daha yerde görebildik neyse ki.Oyunun son bölümlerine kadar ne Liverpool ne de Stoke organize bir atak geliştirebildi.Ancak yenik duruma düştükten sonra,özellikle son 10 dakikada Stoke'nin daha etkili olduğunu söyleyebilmek mümkün.Liverpool üst üste gelen kornerlere sonunda dayanamadı ve Stoke Huth'un dokunuşuyla eşitliği sağladı.Bu arada Liverpool'un golünün de duran toptan yine bir stoper tarafından kaydedildiğini belirtelim.Kygriakos bu sezon üçüncü kez ilk 11'de şans buluyordu ve bana Liverpool'un yeni Hyppia'sı olabileceği izlenimini verdi.Yedekte bekler,sonra bir gün topu ısrarla şişiren bir takıma karşı ona ihtiyacınız olur,onu koyarsınız ve tam verim elde edersiniz.1.93'lük Sidibe'ye neredeyse bir tane dahi kafa topu bırakmadı bugün.Stoke'nin oyun planını bozan belki de tek Liverpool'lu idi.Şöyle bir düşününce,Türkiye'nin Kygriakos'unun da Emre Aşık olduğu akıllara geliyor.Sizin ona güvendiğiniz hiç bir zaman sizin güveninizi boşa çıkarmaz ama sürekli kullanamazsınız tabii.

Pulis anti-futbol inadını Fuller'i oyuna alarak bırakmış oldu.Zaten Fuller'in oyuna girmesiyle iki takıma da hareket geldi.Ancak Gerrard ve Torres'siz bir Liverpool ne yazık ki rakipten bir fazla atma konusunda sürekli sorun yaşayacaktır.Maçın son saniyesinde Kuyt'un direkten dönen topu ise şansın da artık Rafa'nın yanında olmadığını belgeler gibiydi.Artık bazı şeyleri anlaması,kabul etmesi gerekir düye düşünüyorum.Yalnızca iyi bir ikinci adam olan Lucas'dan Xabi'nin yokluğunda yeni bir Xabi,Gerrard'ın yokluğunda yeni bir Gerrard yaratma çabası gibi beyhude uğraşlara son vermesi gibi...Yıllardır yanında oturttuğu Speraing,Darby,Pacheco,Ayala gibi genç yetenekleri yanında oturtmak için hazırlamadığı gerçeğini hatılaması gibi...


Stoke City-Liverpool:1-1

39 Sene 79 Gün...


Eğer van der Sar bu akşamki Burnley maçında sahaya ilk 11'de çıkacak olursa 39. yaşının 79. gününde savaş sonrası Manchester'inin en yaşlı futbolcusu olarak tarihe geçecek.Hemen burada Manchester forması giyen en yaşlı futbolcunun 46 yaş 281 gün ile Billy Meredith olduğunu söyleyelim.Meredith Manchester formasını en son Mayıs 1921'de giymiş.Zira,savaş sonrası Manchester'i kriteri de bu nedenden ortaya çıkıyor.van der Sar'ın bu anlamda geride bıraktığı isimse yine bir Hollandalı ve kaleci olan Raimond van der Gouw.van der Gouw 2002 yılında,39. yaşının 48. gününde Manchester forması giyen en yaşlı ikinci futbolcu ünvanını kazanmış,ayrıca savaş yılları sonrası Manchester'inin forma giyen en yaşlı futbolcusu olarak tarihe geçmişti.O zamandan beri hiç bu kadar yaşlısını görmemiş Manchester tribünleri...van der Sar kariyerine,olağanüstü tecrübesine yakışır bir rekor kırmış olacak bu akşam.Ancak,Paul Scholes ve Ryan Giggs ile sözleşme yenilendiği düşünüldüğünde,yaşları itibariyle,bu iki isimden en az birinin bu rekoru kırabileceklerini söyleyebiliriz.

van der Sar cephesindeki gelişmeler bununla ibaret değil tabii.Bilindiği gibi,Hollandalı kaleci bu sene yalnızca 5 maçta kaleyi koruyabildi.Bu sezon son olarak Kasım 21'de Everton'a karşı oynadıkları ve 3-0 kazandıkları maçta görev alan van der Sar ardından ayak bileğindeki sakatlığın tedavisi için ülkesine dönmüştü.Bu da yetmedi tam oynamaya hazır olduğu anda,geçtiğimiz ay beyin kanaması geçiren eşi Anne-marie van Kesteren'e refakat etmek için apar topar ülkesine döndü ve takımını bir ay daha yalnız bırakmak durumunda kaldı.Tabii Ferguson başta olmak üzere Manchester yönetiminin van der Sar'ın mazaretini anlayışla karşıladıklarını ve süresiz izin verdiklerini belirtelim.Neyse,işte van der Sar bu badireleri atlattıktan sonra geçen hafta takımının Katar'daki kampına katılmış ve çalışmalara başlamıştı.Bu akşam da,belki de çektiği onca acının üstüne bir teselli ödülü alıyormuşçasına bir ünvan maçına çıkacak Manchester'la...Tarihe ismini yazdıracak.Ferguson,tecrübeli kaleciyi oynaması için zorlamadığını ancak kendisi isterse seve seve sahaya süreceğini belirtmiş ki Hollandalı oynamak istiyormuş.Bence oynamak istemesinin sebebi tamamen bu rekorla ilgili.Eminim önünde bu denli motive edici bir unsur olmasa,bu kadar çabuk hazır olamazdı maçlar için.Fakat,belli ki van der Sar bir süreliğine de olsa tarihe modern-bildiğimiz Manchester'in en yaşlı futbolcusu olarak geçmek istiyor.Maçı büyük ihtimalle izleyeceğim ve Foster-Kuszcak ikilisinden bezmiş Manchesterseverlerden biriyim.Yani bu akşam hem van der Sar'a hem de bizlere ilaç gibi gelecek bir maç izleyeceğiz diye düşünüyorum.

Ayrıca Hollandalı'nın bu sezon forma giydiği 5 maçta biri Chelsea'ye 1-0 yenildikleri maçta olmak üzere toplam 2 gol yediğini,geçen sezon ise forma giydiği 33 maçta yalnızca 17 gol yediğini,yani maç başına 0,66 gol yediği istatistiğini verelim ki van der Sar sevgimizin salt kendisine,yaşına duyduğumuz hürmetten dolayı olduğu anlaşılmasın...Ayrıca 0,66 verisinin daha açıklayıcı olması adına Chelsea'li Cech'in geçen sezonki maç başına yediği gol ortalamasının 0,68 olduğunu belirtelim.


Not:Oyuncuların yaşlarıyla ilgili bilgiler ve Billy Meredith hakkındaki bilgi "Guardian" dan alınmıştır.

12 Oca 2010

Birmingham Sempatisinin Antipatikleşme Serüveni


Birmingham sempatim almış başını gidiyordu...Ta ki, geçen pazara kadar.İsterseniz önce McLeish özelinde adım adım üst sıralara tırmanan bu sempatik takımın sempatik olma serüvenini inceleyelim.Ardından,"güzel futbolu",istikrarı,orta sıra takımlarının tek maçlık puan alma stratejilerini ve hatta McLeish'i dahi antipatik gösteren etmenlere bakalım.

Şiddetli havanın muhalifliği nedeniyle Ada'da çoğu maç ertelenmişti bu haftasonu.Özellikle alt klasmanlarda,çoğu sahanın kış koşullarına uygun olmaması sebebiyle maçlar oynanamıyordu.Ancak daha geçen sezon Championship'de mücadele eden Birmingham'ın stadı City of Birmingham'da,Birmingham Manchester United'ı ağırlıyordu.Maçın oynandığı sırada pek kar yağışı yoktu gerçi ama,Birmingham hala bir Championship takımı olsaydı öyle bir zeminde maç oynatılırmıydı pek emin değilim.Neyse,netice itibariyle zeminin top oynamaya hiç de müsait olmadığı bir ortamda tamamlandı maç ve Birmingham 1 puan almasını bildi.

Elverişsiz zeminin dışında,beni Birmingham'dan soğutan ise kulübün yeni sahipleri Yeung Ka Shing ve ikinci başkan konumunda ki Sammy Yu'yu mavi-beyaz kaşkollarıyla tribünde görmekti.Kulübün yeni sahipleri Hon Kong'lu.Şu ana kadar takıma pek önem verdikleri söylenemez.Zira,EPL'ye çıktıkları Haziran ayından beri transfer politikaları Championship'in kalburüstü oyuncuları ve Premier League'de isim edebilmiş veteran yıldızlar ile sınırlıydı.Fakat bu politikanın Ocak ayından itibaren tamamen değişebileceğini söyleyebiliriz.Tabii bunda,kulübün Hong Kong'lu sahiplerinin dahi beklemediği başarının payı büyük oldu.Birmingham yanılmıyorsam 7 Ekim 2009'dan beri yenilmiyor ve McLeish kurduğu takımla Ada gündemine oturmuş durumda.İşler böyle olunca,Hong Kong'luların ellerini ceplerine atmaları için takımın Premier Leauge'de kalıcı olmasını beklemelerine gerek kalmadı.Zira takım ligdeki ilk üç ayından sonra rahatlıkla orta sıraları zorlayabileceğini göstermişti.Şimdi önümüzde Ocak ayı boyunca sürecek olan transfer sezonu var.Hong Kong'lularınsa bunun için ayırdıklarını taahüt ettikleri 45 milyon euro...

Ben,McLeish'in asıl efsaneyi Bowyer-Ferguson orta sahası,Jerome-Benitez(bu kadar da iyimser olmayalım Benitez'in yerine bir transfer gerekebilir ya da Garry O'Connor olsun orada) hücum hattı ve o etten duvar felsefeli Carr-Johnson-Dann-Ridgewell defans dörtlüsüyle gerçekleştirebileceğine inanıyorum.Yoksa McLeish oluşacak yeni kadrosuyla da en fazla ilk dördü zorlayabilecektir.Aynı O'Neill'in Villa'sı,Hodgson'un Fulham'ı gibi Birmingham da ellerini büyüklerin yakasından bir an olsun ayırmayan ayrı birer futbol ekolü olmalıydı.Ne yazık ki,Uzak Asya'lılar başarının ve paranın kokusunu almış durumdalar.Kurtuluşu yok Birmingham da yeni bir City olma yolunda gidiyor.Dileğimiz bir mucizeyle McLeish'in içinde bulunduğu duruma rapmen mevcut kadrosuyla yoluna devam etmesidir.

Not:Pek emin olmamakla birlikte Steve McManaman'ı da Uzak Asyalıların yanında görmüş olduğumu sanıyorum.McManaman'ın Yeung Grandtop International Holding'de görev aldığını biliyorum ama Birmingham'la organik bağı hakkında kesin bir fikrim yok.

9 Oca 2010

İki Taktiksel Deha:Wenger ve Moyes'in Mücadelesi


EPL’de Hull City-Chelsea maçının kar sebebiyle ertelenmesinin ardından Cumartesi mesaisi Arsenal-Everton maçıyla başladı.Arsenal’in mutlaka kazanması gereken bir maçtı.Kazandıkları takdirde Chelsea ile puan farkını 1’e indirmiş olacaklardı.Aslında Arsenal’in bunu gerçekleştirmesi ideal kadrosu göz önüne alındığında hiç de zor olmazdı.Ancak,ilk 11’in as elemanlarından neredeyse yarısından fazlası kadroda yoktu bugün.Fabregas,Walcott,van Persie,Bendtner ve Afrika Kupası dolayısıyla takımdaki yerini alamayan Eboue ve Song...Bu önemli eksikliklerin sonucundaysa,halihazırda fazlasıyla genç olarak tanımladığımız Arsenal,Ramsey,Denilson ve Diaby’den oluşan orta bölgesiyle tamamiyle bir kolej takımı havasıyla sahaya çıkmıştı.Bunun yanı sıra,sezon başından beri sakatlıklarla boğuşan Everton’da,zaten sorunlu olan dafans hattının en önemli ismlerinden Distin ve Afrika Kupas’na giden Yobo yerini alamamıştı.Ayrıca,sezon başından beri Moyes’in Arteta’dan faydalanamadığını da belirtelim.Yani,iki büyük taktisyen de belirli bir kısıt altında oluşturabilecekleri en iyi kadroyla ve maç adına belirledikleri taktiklerle sahaya çıkıyorlardı.


Maçı incelemeye önce Arsene Wenger cephesinden başlarsak:kendi sahasında tek yenilgisini Chelsea’ye karşı alan bunun dışında beraberliği dahi olmayan Arsenal’in bu maçtan rahatlıkla 3 puan çıkaracağına inanıyordu Wenger sanırım.Zaten onca eksiğine rağmen,ileri üçlüsünü Eduardo-Arshavin-Nasri gibi sadece hücumu düşünen isimlerden kurmuştu ve oyunun ilk dakikasından beri düşündüğü tek şey de her zamanki gibi bol paslı,ataklara bekleri de dahil eden ve sürekli hücumu düşünen bir hücum yapısıydı.Tabii,rakibin yarı sahasında bu kadar cömertçe hareket eden bir takımın defans dörtlüsünün,en azından stoperlerinin sağlam ve güvenilir olması gerekir.Ancak ne Gallas’ın ne de Vermaelen’in bu tip oyuncular olduklarını söyleyebilmek zor.Zaten sene başından beri yan toplarda eksik kaldıklarını biliyoruz.Wenger’in takımına fazla güvenmesi orta sahada üstünlüğü Everton’un eline vermesini ve savunmasının her Everton atağında yalnız ve hazırlıksız yakalanması ile sonuçlanmıştır.Yine de,yetenekli ayaklarının ve kontrpiyelerin yardımıyla her seferinde beraberliği bulmasını bildi Wenger ve Arsenal.


Moyes açısından taktiksel hamlelerin daha önemli ve görünür olduğu bir karşılaşmaydı aslında.Çünkü Everton’da herhangi bir kadro derinliğinden söz etmemiz mümkün değil.Bu eksikliklerin telafisi içinse 10 haftalığına kiralanan Donovan’dan başka bir transferi olmadı henüz Moyes’in.Ancak,kısıtlı kadrosuna rağmen Moyes’in Arsenal’i durdurma ve hatta Arsenal’den puan alma yöntemi tüm orta sıra takımlarına örnek olacak cinstendi:güçlü rakibinin akışkan pas trafiğini ve atak etkinliğini bozabilmek ve oyunu kontrol altına alabilmek için sıkı ve basan bir orta saha oluşturmak,topu kazandığında da çabuk ve isabetli paslarla hücuma çıkabilmek.İşte Everton’un bu akşam yaptığı tam anlamıyla buydu.Orta sahada Pienaar-Osman-Fellaini-Donovan gibi box to box oyuncuları tercih ederek top rakipteyken boş alan bırakmayarak,topu kazandığında ise hemen çoğalabilen ve topu isabetli kullanabilen bir takım kurmuş Moyes.Böyle bir dörtlünün önünde belki de Ada’nın en güçlü ofansif orta saha oyuncusu Cahill ve tam anlamıyla çağdaş bir forvet olan Saha’yı tercih edince maçın ibresi oyunun çoğu bölümünde Everton’dan yana dönmüştü.Burada,Saha’ya ayrı bir parantez açmak gerekir sanıyorum.Çünkü takım savunmasının en ileri ucundaki oyuncusu kimliğine büründü maç boyunca.Gücünü çok etkin kullandı ve top Arsenallilerdeyken daha rakip yarı sahada alan daraltmaya başladı,top takımındayken de kendini geride tutarak Osman veya Pienaar’ın içeriye doğru deplase olabilmelerini sağladı.


Moyes’in takımı iki kez öne geçmesini bildi ancak skoru korumak konusunda aynı başarıyı gösteremediler.Tabii bunda Arsenal’in yetenekli ayaklarının payı büyüktü(özellikle ilk golde Eduardo ve Arshavin’in dar alanda yaptıkları görülmeye değerdi.).Onun dışında,kontrpiyelerinde maçın skorunda doğrudan etkili olduğunu söyleyelim.Howard’ın yediği iki golde de top kendi arkadaşlarına çarpıp yön değiştirdi.


Özetle,karın oluşturduğu havayı da hesaba katacak olursak,çok renkli,bol gollü ve saha kenarında duran teknik adamları da düşündüğümüzde futbolun rakipler arasında yapılan bir karşılıklı hamleler oyunu olduğunu gözler önüne seren çok güzel bir maç oldu.

Un Divan a New York - New York'ta Bir Çılgın


"Neden bilmiyorum ama bütün ayakkabılarını pırıl pırıl hizalanmış görünce kalbim sıkıştı.Hiç değilse birinin üstünde ufak bir çamur lekesi,çimen parçası,küçük bir yaprak olsaydı..."


Juliette Binoche hakkında yazacaklarım muhakkak hep eksik kalacaktır.Çünkü onun ekrana yansıyan büyüsünü tarif edebilecek kadar iyi bir Türkçe'ye sahip değilim.Belki de böylesi daha iyi aslında çünkü o büyüyü,ışığı tarif edebildiğimiz an onu zihnimizde canlandırabileceğimiz anlamına gelir.Öyle olmasındansa yarım kalmasını tercih ederim.Neyse,yazının konusu Binoche değil onun belki de en "basit",en "olmamış" filmlerinden biri:Un Divan a New York.Yine de,filmi Binoche'dan başka izlenmeye değer kılan neler olduğunu anlatmak isterim.

Filmin yönetmeni Belçikalı Chantal Akerman.Kendisi hakkında en ufak bir fikrim dahi olmadığını peşinen söyleyeyim.Ancak gördüğümüz kadarıyla Akerman klasik bir Fransız romantizmiyle Hollywood klişelerini bir arada bulunduran naif bir aşk filmini birleştirmeyi denemiş ve ortaya Fransız usulü bir romantik-komedi filmi çıkmış.Yani,ağır ağır ilerleyen,klişelerle dolu bir aşk filmi.Aslında,Amelie ve Jeux d'enfants ile başlayan yeni Fransız aşk filmlerinin gayet başarılı olduğunu biliyoruz.Ama "un Divan a New York" kesinlikle o kalibrede bir film değil.Yalnız bu söylediklerim filmde izlenmeye değer bir şey yok diye anlaşılmasın.Yazının başında da belirttiğim gibi,başta Binoche olmak üzere bir çok küçük,sevimli detay her romantik-komedide olduğu gibi yüzünüzü gülümsetiyor.

Binoche'nin ve William Hurt'un başarılı oyunculuklarına pek fala değinmenin anlamı yok zaten.Onun dışında filmi asıl ilginç kılan;her zaman farkında olduğumuz halde her gördüğümüzde bizi şaşkınlığa uğratan "zıtlıkların uyumu" meselesi.Ünlü ve başarılı psikanalist Henry Harriston düzenli,aşırı titiz ve yeterince obsessiftir.Her şeyi planlı ve düzenlidir.Yani tipik "kariyerli" bir Amerikalıdır.Bunun yanı sıra Beatrice ise Paris'in banliyölerinden birinde yaşayan,gayet rahat,umursamaz,dağınık ama son derece çekici bir kadındır.İkisi de aldıkları ani bir karar sonucunda evlerini bir süreliğine değiş-tokuş etmeye karar verirler ve hikayemiz başlar...

Beatrice Harriston'un dairesine yerleştiğinde yaşadığı duygu "köyden indim şehire" tadındadır.Harriston ise tam tersini yaşıyordur.Tavanı sızdıran,dağınık bir daire...Üstelik hiç alışık olmadığı varoşlarda...Beatrice kısa süre içerisinde çevresini kendine bağlamayı başarmıştır.Daha doğrusu bu kendiliğinden gerçekleşmiştir.Çünkü,Beatrice'nin o umursamaz,doğal tavrı herkesin yıllar önce belirli kalıplara girmek adına askıya aldığı o eski,hınzır hallerini anımsatmaktadır onlara.Beatrice çevresindeki herkesi kendine aşık etmiştir.Çünkü o herkesin bir yerde unutup da aradığı o saflıktır.Aynısı Doktor Harriston'a da olur.Beatrice'nin evinde kalamaz ve New York'a geri döner.Ancak dönüş amacı kesinlikle bu değildir.

Binoche'nin o kimseye benzemeyen jest ve mimikleri,kimin hasta kimin doktor olduğuna dair başarılı göndermeler ve film boyunca hiç bitmeyen sıcak diyaloglar...Ağır-aksak ilerleyen bir romantik-komediyi izlenebilir kılan ve hatta sevdirebilen sebeplerin başında geliyor...

8 Oca 2010

5 Oca 2010

Devre Arası İtibariyle Ada'da Genel Görünüm-2


Ada'da zaten bildiğimiz anlamda bir devre arası olmadığını biliyoruz.Hatta Noel tatili sebebiyle ara verildiği bu hafta dahi maç oynandı ligde...Bizim ligimizin oyuncuları yeni yıla turistik mekanlarda girdi ama Britanya Adası'nda futbol yaşantısını sürdüren sporcular 2-3 Ocak tarihlerinde dahi,yoğun kar altında FA Cup maçına çıktılar.Bu gece de ligde eksik kalan maçlardan biri daha tamamlanmış oldu ve Stoke sahasında Fulham'ı ağırladı.Anlattığımız gibi,başlık devre arası dese de bizim amacımız takımların Ocak ayı itibariyle genel görünümlerini ve transfer politikalarını anlatmak.

Yazının ikinci kısmına Liverpool ile başlıyoruz:

Liverpool:Hemen hemen her bölgesinde sıkıntı yaşayan bir takım Liverpool.Agger her ne kadar yeni bir transfere ihtiyacımız yok dese de stopere de bir takviye şart.Sol bekte bu sene sorumluluk çoğunlukla Insua'nın üstünde ancak Insua'nın bu denli büyük bir sorumlulukla baş edebilecek güçte olduğunu sanmıyorum.Ayrıca,aynı sözleri Lucas için de söyleyebiliriz.Aquillani'nin performansına değinmeye ise hiç gerek yok...Torres'in yedeğinin olmadığını da biliyoruz.Böyle bir ortamda,Liverpool için bu sene ilk dört gerçekçi bir hedef gibi durmuyor.Transfer adayları arasında geçen seneden beri listede bulunan Heskey var.Ancak en kuvvetli ihtimal van Nistelrooy gibi duruyor forvette.Orta sahada ise Scott Parker ismi uzun zamandır anılmakta.Yalnız Zola daha önce Parker'ı satmayacağını söylemişti.Bu transferlerin gerçekleşmesi için şart olan paranın nasıl bulunacağını ise Rafa dahil kimse bilmiyor.

Manchester City:Mancini'nin Hughes'den fazlasını vereceğine eminim.Saha kenarındaki duruşu bile her şeyin gösteriyor zaten.Ayrıca Mancini'nin gerçekçi hedefler belirlediğini söylemek lazım.Bunun dışında City'nin geçek anlamda hayal kırıklığı yaratan iki oyuncusu var:Robinho ve Lescott.Bana kalırsa,Lescott'un yeri Everton'du ve bir daha aynı performansı gösterebileceği konusunda şüphelerim var.Robinho konusu ise çok daha basit:Zaten gerçek Robinho bu...Ondan disiplin veya istikrar beklemek ona haksızlık olacaktır.Mancini'nin de bu isimlerin yerine yenilerini almak istediğinin farkındayız.Stoper için ilk aday Upson gibi gözüküyor.City'nin transfer bütçesine göre Upson ortalama bir hedef bile sayılabilir.Ayrıca Mancini'nin eski bir Inter'li olduğunu düşünecek olursak Inter'de rotasyonda kullanılan isimlerin Mancini'den gelen tekliflere sıcak bakacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Manchester United:Ne Berbatov,ne Nani istenileni verebildi şimdiye kadar.Obertan zaten yeni iyileşti.Owen hala tam olarak eski günlerine dönebilmiş değil.Böyle bir ortamda Manchester'ın puan durumundaki yeri tamamen Ferguson'un eseridir.Yine de,sezon sonuna kadar şampiyonluk yarışının içinde kalmak için hücum bölgesine bir takviye şart.Molde'den mucize ithal etmeye alışmış bünyeler için Mame Biram Diouf yeterli olabilir ama Ferguson her zaman olduğu gibi yine işini şansa bırakmak niyetinde değil...Ben Arfa veya Defour'u gündemine almış.Özellikle Defour'un United'a güç katacağına kesin gözüyle bakıyorum.

Portsmouth:Bırakın transfer bütçesini,oyuncularının parasını dahi ödeyemeyecek durumda Portsmouth.Buna rağmen iyi oynuyorlar.Hala kümede kalma şansları yüksek.Fakat bu transfer sezonunda yıldız oyuncuları onları bırakabilir.Bunun örnekleri şimdiye kadar çok görüldü.Şimde aynı tehlike Portsmouth için gündemde.Zaten 40'lık James yaşına başına bakmadan Tottenham'a göz kırpmamış mıydı geçen haftalarda?

Stoke City:Stoke cephesinde en çok beklenen transfer Beattie-Jason Robets takası.Zaten Beattie artık tamamen kadrodan düşürüldü.Gitmesine kesin gözüyle bakılıyor.Öyle olunca da yerine adam bulmak şart oluyor.Roberts takası dışında ihtimallerin başında Kenwyne Jones geliyor.Stoke rakiplerine göre rahat durumda ve açıkçası bunun haklı ve tatlı rehavetini yaşıyorlar.

Sunderland:Sezonun başından Aralık'a kadar ligin en keyif veren takımıydı Sunderland.Transfer konusunda da rahat gözüküyorlar.Ancak onları en çok düşündürecek konu Kenwyne Jones'in gidişi olacaktır.Jones Sunderland'a tek başına maç aldırabilen bir futbolcu bunun örneklerini bu sene de gördük.O yüzden Jones giderse en az onun kadar iyi biri lazım ki Sunderland bu formunu koruyabilsin.Steve Bruce'nin bu anlamda düşündüğü ilk isimse gayet heyecan verici:Robbie Keane...

Tottenham Hotspur:Tottenham veya Redknapp'ın transfer stratejisi tamamen Ada'nın parlayan isimlerinden oluşuyor.Redknapp fırsatını bulursa Keane ve Pavlyhucenko'yu elden çıkaracak yerlerine Kenwyne Jones ve orta sahayı güçlendirmek için Scott Parker'ı alacak.Yine Dawson'un yerine de Anton Ferdinand veya Matthew Upson isimlerinden birini gözüne kıstırdığını belirtelim.

West Ham United:Transferde kiralık isimlerden başka pek şansı bulnmayan bir hocanın en önemli oyuncularının (Parker,Upson,Green) ise transferin gözdelerinden olması tek kelimeyle şanssızlık.Evet,West Ham cephesinde neredeyse hiç iyi bir şey olmuyor şu günlerde.Diamanti'nin performansını saymazsak...

Wigan Athletic:Roberto Martinez Ocak ayında mutlaka 1 veya 2 yeni isim almak istediklerini belirtti.Bence de Wigan'ın acilen transfere ihtiyacı var.Çünkü bu renksiz futbol anlayışından kurtulmaları gerekir.Bu anlamda hemen her mevkiiye transferin gerektiğini söyleyebiliriz.Ancak takımın belki de iskeletini oluşturan üçlü N'Zogbia,Scharner ve Figueroa'nın diğer takımşların transfer listesinde olması Wigan'ın transfer ihtiyacını ikiye katlayabilir.

Wolverhampton Wanderers:McCarthy'nin zar zor kurduğu bu sistemi iddialı,spekülatif isimlerle bozmaya ne gücü ne de parası yeter.Zaten Wolves için en iyisi böyle kalmaları olur.Çünkü mali problemleri atlatmadan takımı bozmak pek hayırlı olmayacaktır.Sanırım o da bunun farkında.Wolves ayrıca ligin en haddini bilen takımı olarak da dikkatleri çekiyor.

1 Oca 2010

Devre Arası İtibariyle Ada'da Genel Görünüm-1


Ada'da Premier Lig heyecanı bir haftalığına da olsa yerini FA Cup maçlarına bıraktı.Bizdeki gibi bir "devre arası" anlayışı olmadığı için bu bir haftalık arada,hocaların fiziksel anlamda takımlarına katabilecekleri pek bir şey olmuyor.Fakat bu olumsuzluğun Lig-FA Cup-Carling Cup hatta büyük takımlar için Şampiyonlar Ligi hattında(üstelik bu turnuvaların hepsi devam ederken Afrika Kupası'nın başlayacak olması da takımlara ayrı bir yük oluyor.) her maça aynı oyuncularla kadroya çıkılamayacağı için yedek oyuncuların da her zaman hazır olması ve oynayabilmesi açısından bir avantaj sağladığını söyleyebiliriz.Tabii,böyle bir durumda hocaların takımlarına dair en doğrudan müdaheleleri transfer aracılığıyla oluyor.Ocak'ta açılan transfer sezonu onlar için eksiklikleri kapamanın en kısa ve kökten çözümü gibi gözüküyor.

Kimi takım mali sorunlarla boğuşurken kimi 40 milyon sterline varan transfer bütçesi belirleyebiliyor.Kimi hoca değişikliği düşünürken kimi ise yıldız oyuncuların peşinden koşuyor.Devre arası itibariyle,Ada'da genel görünüm ise şöyle:

Arsenal:İlk yarıda bir kaç kritik puan kaybı yaşasalar da genel olarak iyi bir performans çizdiklerini söyleyebilmek mümkün.Fakat yine de hemen her mevkii için bir takviye şart gibi gözüküyor.En acil bölge tabii ki van Persie'nin bölgesi.Hem yaratıcı hem de golcü bir isim bulmaları gerekecek.Aksi takdirde bal yapmayan arı konumundaki Bendtner ve Eduardo ile şampiyonluk yarışını sürdürebilmeleri güç.Sanıyorum Arsene Wenger de bunun farkında olmalı ki almak istediği isimlerin başında Bordeaux'lü Chamakh ve Wolfsburg'lu Dzeko geliyormuş.
Aston Villa:İlk yarının son anına kadar iyi götürüyorlardı aslında işleri.Ancak son iki maç Arsenal ve Liverpool'a kaybederek bir anlamda rakiplerine puan kaybetmiş oldu.Takımın en büyük artısı hemen hiç sakatının olmaması ve tüm oyuncularının formda olması.Bu yüzden belki de ligin en az transfere ihtiyaç duyan takımı konumunda Villa.Yine de Reo-Coker'in yerine daha yaratıcı ve defansif anlamda daha güçlü bir isim bulabilirse orta sahayı daha da güçlendirmiş olur O'Neill.Heskey'nin peşinde ise sene başından beri hatta geçen sezonun sonundan beri Liverpool'un olduğunu belirtelim.

Birmingham City:Ligin en şanslı takımlarından.Uzak Asyalı sahipleri tarafından 40 milyon sterlinlik bir bütçe ayrıldı transfer için.Bu para McLeish'in kafasındakiler için yeter de artar .Zaten kendisi de Jerome Cameron'un yerine veya yanına iyi bir santrafor almak niyetinde.Takımın ilk altı şansını zorlamasına yardımcı olabilecek Celtic'in yıldızı İrlanda'lı yıldızı Aiden McGeady,Wigan'lı kanat oyuncusu N'Zogbia gibi isimlerin de listede olduğunu belirtelim.

Blackburn Rovers:Hem mali anlamda hem de kadro bakımından ligin en şanssız takımlarının başında geliyor Rovers.Skoru değiştirebilecek ender isimlerinden McCarthy ve Pedersen'in gitme ihtimalleri var.Üstelik McCarthy nüyük ihtimalle ayrılacak gibi gözüküyor.Buna karşılık,Ada'da James Beattie-Jason Roberts takası konuşuluyor.Beattie'nin Pulis'le yaşadığı tartışmadan sonra hiçte uzak bir ihtimal gibi gelmiyor bu takas.Ancak Beattie McCarthy'nin boşluğunu doldurabilir mi?Sanmıyorum...

Bolton Wanderers:Geçen hafta Gary Megson'u kovdular ve hala bir isimle anlaşamadılar ama adaylar arasında en muhtemel isim Burnley'in hocası Owen Coyle.Diğer isimler ise Alan Shearer,Gary Speed gibi sansanyonel isimler.Büyük ihtimalle takımın başına Owen Coyle gelecektir.Fakat Bolton için asıl önemli süreç bundan sonra başlayacak.Ligde kalmaları -henüz çok erken olsa da- çok zor gözüküyor.Bunun için doğru hamleler yapmak şart.Beşiktaş'ın da istediği Guti transfer listesinin ilk sırasında.Klasnic,Davies gibi "veteran"ların yanına Guti'de eklenirse takımın hücum gücü artacaktır.Ancak defansta Gary Cahill dışında ciddi bir isim bulunduğunu söyleyebilmek zor.Defansa da takviye şart.Coyle'nin yapacak çok işi var...

Burnley:Coyle gider mi bilmem ama eğer kalırsa bir veya iki takviyeden fazlasını yapmayacağını söyledi.Son 9 resmi maçını da kazanamayan Burnley'nin kötü gidişi onları ligin sonuna doğru götürebilir bu yüzden orta sahada pas trafiğini hızlandıracak,oyunu Burnley lehine çevirebilecek bir ayağa ihtiyaçları var.Bunun içinde kiralama yoluna gideceklerdir ilk olarak.Çünkü böyle bir oyuncu alabilecek mali güçleri yok.Listenin başındaki isimler Jack Wilshere ve Gareth Bale...

Chelsea:Ancelotti'nin başı belki de hiç olmadığı kadar dertte bu sezon.Hala ligin zirvesinde bulunsa da bunu korumak için takviyeye ihtiyacı var.Chelsea'nin son yıllardaki azalan transfer trendine baktığımızda transferin gerçekleşmemesi ihtimalinin hiçte az olmadığını göreceğiz.Eğer transfer gerçekleşmezse,Ancelotti rezerv takımından oyuncularla bu açığı kapayacaktır.Fakat aynı anda Anelka,Drogba,Essien ve Deco'nun açığını kapamak zor olucaktır.Muhakkak transfere ihtiyaçları var.Listenin başında Agüero var ancak kısa süreli ve hesaplı olması açısından Heskey transferi de gündemde...

Everton:Sezon başından beri transferde sorun yaşayan bir takım Everton.Bu transfer sezonunda da oyuncu satmadıkları takdirde yeni bir isim almaları zor olacaktır.Sezonun başından beri sakat olan Arteta ve Afrika Kupası'na gidecek olan Yobo'nun boşluğunun doldurulması şart.Donovan'ın kiralık olarak geldiğini biliyoruz.Fakat kadronun hala çok ciddi eksiklikleri var.Özellikle defans hattının en az iki oyuncuyla yeniden yapılanması lazım diye düşünüyorum.

Fulham:Ligin istikrarlı takımlarının başında geliyor.Ligdeki durumu da mali durumu da ortada.Fakat transferde öncelikleri forvet hattı ve stoperde.Andy Johnson'un sakatlığı ve Nevland'ın istenileni verememesi bütün yükü Zamora'nın üstüne yıktı.Forvette bir alternatif Hodgson'u rahatlatacaktır.Ayrıca her ne kadar genç Smalling ilk maçında harikalar yaratsa da Hodgson'un bir stopere de hayır diyemeyeceğini biliyoruz.

Hull City:Transferde kiralık isimlere ya da sözleşmesi bitecek olanlara yönelmekten başka çaresi olmayan bir takım daha.Hatta Guardian'a göre Hull City'nin ihtiyacı olan tek şey Jimmy Bullard'ın sene sonuna kadar "fit" kalması
.Hemen her mevkiiye takviye lazım ancak kiralık yada emekliliğe ayrılma arifesinde olan isimlerden başka alternatifleri yok.Bu isimler ise Sol Campbell ve Kris Boyd vs...

Not:Takımların ikinci yarısı yazının okunabilirliği gözetilerek bir sonraki post'a bırakılmıştır.

Fotoğraf Tom Jenkins'in.Sol Campbell'in Arsenal'e geçtikten sonra White Hart Lane'den görünümü...