30 Nis 2011

Sasa Ilic



Bir futbolcuyu övmek için çoğunlukla tekniğinden bahsederiz. Kanat oyuncusuysa dribling kabiliyetini, savunmacıysa kesiciliğini veya oyun görüşünün yüksekliğini anlatırız söz konusu futbolcunun. Oysa hep pas geçtiğimiz bir futbolcu tipi vardır. Onu tarif etmek zordur. Çünkü neredeyse hiç bir özelliği diğerlerinden daha fazla sivrilmemiştir. Suntursuzluğu ömrü boyunca layık olabileceği en önemli sıfattır onun için. Bildiğimiz topçudur aslında. Ama gösteriş meraklısı gönlümüz ne yazık ki hiç bir zaman vakur ve sade topçulara meyletmemiştir.

Dar omuzlu, boynu omuzlarına yapışık, postacı yürüyüşlü bu sıska "topçu" Sasa Ilic. Belki de tüm Galatasaraylılara aslında top oynamak için çok da önemli meziyetlere sahip olmak gerekmediğini gösterdi Ilic . Evet, herşeyden önemlisi kafaydı ve unutulmaz bir diğer Balkan efsanesinin de vurguladığı gibi "lazım kafa çabuk düşünüyor" yeterliydi belki de. Yani çabuk düşünebilirsen, doğru yere koşup, doğru yerde topla buluşabilirsen, teknik meziyetlerin kısıtlı olsa da, vasat üstü bir futbolcu olabilirsin demektir. Üstelik haksızlık etmeyelim, Ilic'in eşine az rastlanır bir tek pas yeteneği vardı. İkiye-birlere yatkın, gol vuruşlarında başarılı idi. Tüm bunlara, bana göre olağanüstü sezgileri ve oyun görüşünü ekleyince ortaya 60 dakikalık bir yıldız çıkıyordu. Parlaklığı, utanılacak bir şeymiş gibi gören bir yıldız.

Son 30 dakikaya gelince. Bilenler hatırlar, Ilic'in oynadığı dönem, dakikalar 60-65'i gösterince Ilic kenara alınırdı Gerets tarafından. Bir keresinde, "Az sonra oyundan alınacağını bilerek oynamak çok kötü bir şey." mealinde bir açıklamasını da duymuştum. Bundan rahatsızdı Ilic. Ne ki, Ilic farkında olmasa da, onu ilk 60 dakikanın yıldızı yapan her şeye sahipti. Oysa, son 30 dakika; bırakın yıldız olarak devam etmeyi, maçı iyi-kötü tamamlayabilmesi için sahip olması gereken fizik gücünün yarısına dahi sahip değildi. Üstelik, mücadelelerde inatçı değildi ve kaybettiği ikili mücadeleler moralini bozuyordu. Hal böyle olunca, Hagi sonrası en "verimli", en "üretken" ve belki de en skorer orta saha oyuncumuz bir türlü istenileni veremiyordu.

Hala düşünürüm, onu bu kadar çabuk unutabilmemizin nedenlerini. Tribünlere oynamadı diye mi, sonuçsuz, göstermelik çalımlar atmadı diye mi bilmiyorum. Bildiğim, son on yılın Galatasaray'ında "güldü mü gözlerinin içi gülen" 3-4 oyuncudan biri olduğudur.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder