24 Şub 2010

Demirören'in Hayali: Profesyonel Beşiktaş Taraftarı


Beşiktaş'ın başkanlık seçimi öncesiydi. Yıldırım Demirören özel bir kanala çıkmış,Ahmet Çakar, Sinan Engin ve Serhat Ulueren karşısında soruları yanıtlıyor ve tekrar seçilirse neler yapacağını anlatıyordu. Fulya projesi olsun, o zamanlar muamma olan Delgado sorununa dair çözümler gibi konular hakkında hoş beş edilirken,konu döndü dolaştı ve stat projesine geldi. Demirören'e göre bu proje Demirören'in değil tüm Beşiktaş camiasının projesiymiş. Ve yine söylediğine göre bu stat projesi kesinlikle ama kesinlikle Demirören'in seçim kampanyasının bir parçası değilmiş. Kulağa hoş geliyor böyle söylenince,ancak aynı Demirören "Beşiktaş camiası sizi niye seçsin?" diye bir soruyla karşılaştığında stat projesinden, hani şu Demirören'in seçim kampanyasının bir parçası olmayan stat projesinden, bahsetmekten geri kalmadı. Neyse sanırım o kadarda büyütülecek bir durum olmasa gerek bu söylem. Ancak program süresince Demirören'in bir söylemi vardı ki tüylerimi diken diken etti. Demirören'e yöneltilen "stat projesi" ne için bu kadar önemli sorusuna, taraftarın da, kalitesi artan statla birlikte kalitesinin artacağına dair bir söylemde bulundu.Demirören'e göre kalitesi artan bir stat kalitesi artan bir taraftar demekmiş. Peki ya kalitesi artan taraftar ne demek oluyor ki? Yine Demirören'e göre kaliteli taraftar küfür etmeyen, sahaya yabancı madde atmayan taraftarmış. Küfredilmesinden ya da sahaya yabancı madde atılmasından yana olduğumdan değil de kalitenin bu kıstaslar etrafında dolaşmasından şikayetçiyim. Ya da taraftara bir kalite ölçüsü biçilmesinden. Çünkü belki çok gözönünde olan ama farkedilmeyen birşey var. Futbolcusuyla, teknik heyeti ile, yönetimi ile, spor dalı olarak, kurumlarıyla yani herşeyiyle profesyonelleşen futbolun içinde, amatör kalan ve bu kadar profesyonellik arasında olmadığı takdirde futbolun tadını tuzunu bırakmayacak olan yegane öğe belkide taraftarlardır. Küçükken takımı kaybettiğinde ağlayan ya da morali bozulan çocuklara "oğlum niye üzülüyorsun sana mı para veriyorlar sanki?" sorusuna verilebilecek mantıklı bir cevap bulamayan ama için için ağlamaya ya da kahrolmaya devam eden kişilerdir taraftarlar. Yeri geldiğinde sevigilisiyle olmaktansa takımını yalnız bırakmamak için statda yerini alan, haftalığını son kuruşuna kadar maç biletine yatırmayı görev bilen, annesiyle-babasıyla maça gitmek için kavga etmeyi hatta evden kaçmayı göze alan, okuldan kaçmayı ise bunlar arasında çerez olarak gören kişilerdir taraftarlar. Yani ne mantığı vardır ne de bir tabanı bu tavırların, hareketlerin. Ancak unutulmaması gerekende bişey varsa oda; seviginin, aşkın mantığa büründürülemeyeceği, mantıklı bir açıklamaya sahip olamayacağıdır. Şimdi bu yüreğiyle hareket eden insanlara kaliteden bahsetmek bencillik değil de nedir?


Demirören'in kalitesi artan stadına kaliteli taraftarı nasıl çekeceğini ya da "kaliteli" ile "kalitesiz"i nasıl ayıracağı ise ayrı bir yürek burkucu olsa gerek. Açıkçası bunu şöyle ya da böyle yapacağım diye bir açıklaması yok başkanın. Ama yapılmışı var. A.Yıldırım'ın seneler boyunca süren kaliteli taraftar projesi mevcut ve bu sene de bu "devrim" son aşamasına gelmiş gibiydi. Ne miydi o? Fiyatlar. 66 TL olan bilet fiyatlarını karşılayabilecek ekonomik güce sahip olan kişiydi sanırım A.Yıldırım'ın kaliteli taraftar kıstasına uyan insan modeli. Şimdi ise bu tehlike sinyalleri Beşiktaş taraftarları için söz konusu. Çünkü Demirören'in konuşmasını dinleyen herhangi bir kişi üstü kapalı olarak bahsedilen bu konuda can alıcı koşulun bilet fiyatları olacağını gayet tabii anlayabilirdi.


Küfreden, sahaya madde atan kişiyi kalitesiz olarak etiketleyen Demirören'in bilmediği bir başka konu ise futbolun tarihinin hatta, terminolojisinin tamamı ile şiddetle dolu olduğudur. Bir toplum bilimci olan Viyana Üniversitesi Profesörlerinden Roland Girtler, 2003 yılında çıkan kitabında futbolun ve özellikle taraftarlığın şiddetle ne kadar da iç içe oluğunu sosyolojik bir araştırma olarak gözönüne koymuştur. Taraftarlığı, eski kabilelere benzeten profesör şaşılacak derecede benzerlik göz önüne koymuştur. Örnek olarak vermek gerekirse yazar kitabında eski Eskimo kabilelerinin "savaşlarında" tezahürata benzeyen "inuk" adı verilen marşlar okuduğunu söyler ve karşı tarafı susturanın kazandığınıda ekler. Bunun gibi birçok örnek veren yazarın araştırması futbol ile savaşın veya şiddetin ne denli yakın olduklarını gösterir. Taraftarlar eski kabilelerde olduğu gibi rüştünü ispat etmek için ellerinden geleni yaparlar ya da taraftarlar futbol takımlarına savaşa giden askerlerini destekleyen halklar gibi desteklerler, can-ı gönülden. Bu kadar endüstrileşen, profesyonelleşen bir anlamda dinin imanın para olduğu bu futbol sektörünün özünde aslında tamamen saf aidiyet hissiyatı ve mantık çerçevesine sığmayan bir sevgi yatmaktadır. Yani demem o ki; Yıldırm Demirören'in veya Aziz Yıldırım'ın sözüm ona kalitelileştirme operasyonları basit fiyat farklılaştırmasından ya da stat projelerinden fazlasını gerektirmektedir. Çünkü atlanılan şey şu ki taraftarlar profesyonelleştirilemez, tamamıyla duygu ile ilgilidir taraftarlık. Ama şu da bir gerçek ki Nazım Hikmet'in dediği gibi "profesyonel boksörden antreman bahanesiyle dayak yemek işime gelmiyor."

1 yorum:

  1. çok güzel yazmışsın ama fazla bir seçeneğimiz de yok gibi,biliyorsun tribün liderlerinin demirören'e karşı ne kadar yüksek tahammüllü olduğunu ve demirören'in diktatör gibi davranmasına engel olmadıklarını.

    çok sevdik be abi pankartını görünce de lise yıllarını hatırladım :)

    YanıtlaSil