27 Nis 2010

Oliver Bierhoff ve Ümit Karan




1996 yazı ömrümün en unutulmaz yazlarından biriydi.Koskoca bir yazı Sarımsaklı'da geçirmiştim ve artık yaşım itibariyle mahalle maçlarına da alınır olmuştum.Hatta bir maç için evden çağırdıkları anlar bile oluyordu.İşte o anlarda çocuk aklımla,ömrümün en mutlu,en gururlu dakikalarını yaşıyordum.Maça çağrılan kişi olmanın gururu,benim için Nobel alan bir fizikçinin yaşadığı gururdan daha büyüktü...O yaşlarda,taş toprak demeden atlayan bir kaleci,dizi daima kanlı bir defans oyuncusu ya da hırçın bir forvet olmanın hiç bir getirisi yoktu fakat dünyada sizin de olduğunuzu,top rakip kaleye doğru hareket ederken,sizin de dönen topla birlikte evrildiğiniz,değiştiğiniz hissini yaşıyordunuz ki sizi temin ederim-futbol oynayanlar bilir- o his hiç bir maddi değerle ölçülemeyecek kadar büyüktür.

İşte öyle bir yazdı Bierhoff'u bana sevdiren.Almanya'dan kuzenim gelmişti.Bizden 10 yaş kadar büyüktü.Tam gençlik çağlarındaydı yani.Evin içindeya da sokakta,abim ve diğer kuzenlerimle birlikte top oynardık ama hiç birimiz Hakan Şükür ya da Romario,Bebeto değildik.Birmiz Ziege,birimiz Müller,birimiz Sammer,birimiz de Klinsman olurdu söz gelimi.Yalnız her bir oyunda yerine geçtiğimiz isimler değişirdi.İşte ben bu yüzden hep o turun bitmesini isterdim.Bierhoff olabilmek için...

Televizyondan izlemiştim Euro 96 finalini.O zaman Bierhoff olmaya karar vermiştim.Çek Cumhuriyeti karşılaşmayı 1-0 önde götürüyordu ve 68. dakikada oyuna giren Bierhoff,attığı iki golle kupayı Almanya'ya getiriyordu.O gollere öylesine vurulmuştum ki artık her oyunda Bierhoff bendim.Küçücük aklım,öylesine yükselip,havada asılı kalıp,kafasıyla topu ağlara gönderebilmesini çözemiyordu.Bu işte bir iş vardı.Demek bunu ancak Bierhoff yapabiliyordu...Ne Romario,ne Klinsmann ne de Stoichkov...Benim yıldızım Bierhoff idi.Çünkü kimse onun kadar yükseğe zıplayıp,onun kadar güzel kafa vuruşları yapamıyordu.Tabii bu kafa vuruşlarını,zihnimde ilahi bir figürün arşa çıkması gibi resmetmemin ardındaki en büyük sebep benden 10 yaş kadar büyük "Almancı" kuzenimin dönüp dolaşıp bu golleri bana anlatmasıydı.Öyle ki,artık arkadaşlarıma Bierhoff'un izlemediğim gollerini anlatırken buluyordum kendimi.

Buna benzer bir şekilde sevdim Ümit Karan'ı da...Aynı kuzenim,bu sefer biz Almanya'da onun yanındayken,artık abimle bana Bierhoff'u değil de Ümit Karan'ı anlatıyordu...Almancıymış,tıpkı Bierhoff gibi kafa vuruşları varmış,koyu Galatasaraylı'ymış,Neo-Nazilere karşı çok dövüşmüş(kuzenim bunu da anlatıyordu.),öyle inanmışçasına anlatıyordu ki kafamda ikinci bir Bierhof resmi oluşmuştu bile.Türkiye'ye döndükten sonra,onu Gençlerbirliği formasıyla izledim ve yaşadıklarımın,duydukalarımın etkisinde de kalmış olacağım ki onu biraz Bierhoff'a,biraz kuzenime ve nasıl olduysa biraz da kendime benzetmiştim.Daha doğrusu,Ümit'i izledikçe Bierhoff'u taklit ettiğim dönemlerin kokusunu alıyordum ve zamanında Bierhoff olabildiğime göre şimdi de Ümit oluyordum.

Son defa aynı duyguyu dün akşam oynanan Eskişehir-Trabzon maçında tattım.Aslında maç boyunca Şenol Güneş'in takımını destekliyordum ne var ki,top Ümit'in ayağına her geldiğinde kendi ayağımın sanki Ümit'in ayağıymışçasına hareket ettiğinie,bir anlamda seyirdiğine tanık oluyordum.Nihayet son dakikadaki o enfes kafa golü geldi.İşte o an babama sarılırken,aynı anda,Ümit'in Galatasaray'a geldiği ilk gün sanki biz Galatasaray'a gitmişiz gibi sevindiğimiz abim,Ziege'nin Bierhoff'a açtığı ortayı ve Bierhoff'un o doğa üstü sıçrayışını dakikalarca anlatan,bizlere taklit ettiren kuzenim ve tabii ki çocukluk kahramanım Bierhoff'un ta kendisi olduğumu hissettim.

Çocukluk kimi anıların en saf haliyle korunduğu,saklandığı bir dönemin adı ise,ben çocukluğumda en çok Bierhoff ve ardından Ümit Karan'ı sevmiştim.Ve hala bu iki isim kadar güzel kafa vurabilen bir başka futbolcuya daha rastlamadığıma yemin edebilirim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder